Obama döneminde açılan krediler neticesinde İran, "ahtapotun kollarını" alabildiğine güçlendirmişti. Irak ve Suriye adeta İran'dan soruluyordu. Hizbullah ise zaten doğrudan İran'a bağlı bir yapı olarak görülüyordu.
Gazze soykırımına devam ederken İsrail, bir taraftan da Hizbullah'a çok ağır bir askeri yenilgi yaşattı. Tüm komuta kademesini ve karargâhlarını vurdu, Hizbullah lideri Nasrallah'ı da öldürdü.
Suriye'de 14 yıldır Esed'in zulmü altında olan muhalifler, bu sürecin sonunda bir halk devrimiyle yönetime geldi. İsrail bu fırsatı da değerlendirerek, Esed'in gitmesinden sonra Suriye'deki askeri noktaları hedef alan saldırılar düzenledi.
İsrail, İran'ı yıpratma stratejisinin bir parçası olarak zaman zaman İran Devrim Muhafızları'nın önde gelen isimlerine suikastlar düzenledi. İran'ın nükleer araştırmalarının başındaki en önemli isim olan Mohsen Fahrizade, 2020 yılında İsrail istihbaratı tarafından gerçekleştirilen bir suikastla öldürüldü. Fahrizade'nin ölümü, iki ülke arasında zaten gerilimli olan ilişkileri açık çatışmanın eşiğine getirdi.
Trump, önceki döneminde İran'la varılan nükleer anlaşmayı "dünyanın en kötü anlaşması" olarak tanımlayarak rafa kaldırmıştı. Ancak İsrail'in son saldırıları, nükleer görüşmelerin hâlen sürdüğü bir dönemde gerçekleşti.
13 Haziran 2025 sabahı İsrail, "Operation Rising Lion" (Yükselen Aslan Operasyonu) adını verdiği geniş kapsamlı bir hava operasyonuyla İran'daki yaklaşık 150 stratejik hedefi vurdu. Natanz'daki nükleer tesisler, İsfahan ve Tahran çevresindeki balistik füze üsleri, hava savunma sistemleri ve komuta merkezleri hedef alındı. Bu saldırılarda İran Devrim Muhafızları'nın üst düzey isimleri öldürüldü.
Aynı günün akşamında İran, yüzlerce balistik füze ve SİHA ile İsrail'e geniş çaplı bir karşı saldırı başlattı. Tel Aviv, Hayfa ve Kudüs dâhil olmak üzere birçok kent hedef alındı.
18 Haziran itibarıyla savaşın 6. günündeyiz. İsrail, İran topraklarında üç nükleer araştırma tesisi dâhil olmak üzere birçok stratejik hedefi vurdu; İran ise İsrail'in güneyindeki askeri hava üslerini hedef aldı. Resmî verilere göre en az 20 İsrailli ve 400'den fazla İranlı hayatını kaybetti.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Putin ve Suudi Veliaht Prensi Muhammed bin Selman, savaşın sona ermesi için çaba gösteriyor. Ancak gelinen nokta ve yapılan açıklamalar, bir sönümlenmeden ziyade hararetin artacağı yönünde bir izlenim yaratıyor.
Peki, bu savaşın kazananı olur mu? İsrail hangi hedeflerine ulaşabilir?
Bu denli derin tarihsel, ideolojik ve jeopolitik boyutları olan bir savaşta kolayca galip gelinmez. Yüzde 10'luk halk desteğine sahip olan Esed bile müttefikleri sayesinde 14 yıl ayakta kaldı. Günün sonunda ise en büyük müttefiki olan İran'ın da zayıflamasına neden oldu.
Böyle bir savaş, asla yalnızca iki ülkenin savaşı olarak kalmaz. Hele ki Hürmüz Boğazı da işin içine girerse, bu çatışma bölgesel ve küresel ölçekte ekonomik, askeri ve diplomatik açıdan daha kötü gelişmelere yol açacaktır.
Tüm savaşları sona erdirme vaadiyle iktidara gelen Trump'ın bu savaşı durdurmaya çalışmaktan çok, İsrail'in yanında savaşa girme ihtimali konuşuluyor. Ondan sonrası ise adeta bir kıyamet senaryosu.
Sonunda yalnızca enkaz kalacak; taraflar asla kazanamayacak, yalnızca farklı oranlarda kaybedecek.
"Güvenli İsrail" diye bir yer yok!
Netanyahu'nun Gazze'de sürdürdüğü soykırım ve ardından İran'a yönelik başlattığı bu saldırılar, tüm dünyada "İsrail, Yahudiler için güvenli bir yer" algısını yerle bir etti. İsrail, tarihinde ilk kez tersine göç yaşıyor. Filistinlilerin vatanlarını çalarak Yahudilere vermek üzerine kurulan Siyonist ideal, bizzat Siyonist rejim tarafından çöpe atıldı. Dünya genelindeki Yahudiler için İsrail artık güvenli hissettikleri bir yer değil. Sadece siren seslerinde koşarak gidecekleri bir sığınak!
ABD'nin askeri ve ekonomik desteği olmadan İsrail'in, İran gibi bir aktörle uzun soluklu bir savaşı sürdürebilmesi mümkün görünmüyor. İran'ın nükleer programdan vazgeçmesi de oldukça düşük bir ihtimal. Üstelik İsrail, küçük bir coğrafyaya ve kırılgan bir demografiye sahip. Bu durum, ülkeyi "ilk vuruşta kazanmak" gibi tehlikeli bir stratejiye zorluyor. Ancak İran gibi devasa nüfusu ve yayılmış askeri-siyasi etkisi olan bir ülkeyi tümüyle yok etmek neredeyse imkânsız.
Her saldırı, İsrail'in korkularını büyütüyor ve saldırgan reflekslerini daha da derinleştiriyor. Evet, İran ağır biçimde yıpranıyor. Ancak İsrail de öyle. Üstelik savaş sona erse bile, İsrail'in "kendini güvende hissetme" ideali bir hayal olarak kalacak. Güvenlik adına yapılan her hamle, daha büyük bir güvensizlik dalgası yaratıyor. İsrail bu savaşta yalnızlaşıyor, daha da kırılganlaşıyor.
İran rejiminin direnci zedelenebilir ancak İsrail'in toplumsal güvenlik algısı çoktan yerle bir oldu.
Bu savaşın sonunda bir kazanan olmayacak. İsrail, belki de "en az kaybeden" bile olamayacak.