Biz, en azından 200-250 yıllık bir gerileyiş ve sonunda da çökertilişin kurbanı olan mazlûm ecdâddan bugüne kalan nesiller olarak, nice derin ve büyük sosyal travmaların dişlileri arasında ezilsek, nice maddî ve manevî ızdırablar çeksek bile, ruhen direndik; bizi maddeten yoksul, fikren câhil bırakarak, ‘gerici’ diye aşağılayarak yolumuzdan saptırıp teslim alacaklarını sananlara, inancımızın özünü teşkil eden ‘Tevhîd inancı’nın hayatiyet cevheri sâyesinde teslim olmadık..
O emperial, şeytanî ve firâvnî planları uygulayan ve içinden çıktıkları halkın mankurtları durumuna düşenler, tasavvur ve tahayyül edemeyecekleri bugünleri görselerdi, ya kahırlarından bir kez daha ölürlerdi, ya da acılarını dindirmek için yeniden sarhoş sofralarında teselli ararlardı.
***
Evet, henüz yolun başındayız ve içerden ve dışardan tezgâhlanan nice şeytanî entrikalara rağmen, Müslümanlar ye’se kapılmadan, ümitsizliğe düşmeden, ‘Biz zaferle değil, seferle mükellefiz’ mantığıyla hareket ettiler. Hedefimiz günübirlik siyasî kazançlar veya kayıplar değil, uzun vâdeli ve uzun soluklu bir mücadelenin içinde olmaktır.
***
Geçen gün, bir arkadaşla, Üsküdar’ın (eski) Belediye Nikâh Salonu binasının ‘Nev-Mekân-Sahil’ adiyle tanzim edilip 100 bine yakın kitapla donatılarak kitap dostlarına sunulduğu mekânı bir arkadaşla birlikte gezdik.. İç mimarîsi ve tezyinâtıyla gönüle ferahlık veren bu nezih ortamda, yüzlerce insan, kitapları mütalaa ediyor veya kendi aralarında sohbet ediyorlardı.
Alt katta ise, geniiş bir salonda yüzlerce öğrenci.. Kış şartlarında sıcak ve 24 saat açık bir çalışma alanı.. O alt kat için, istisnaî olarak bir de çay ve kahve gibi içecekler parasız..
Gerçek mânâda bir kıraathane (okuma evi) ve dershane.. (Hani, Tayyib Bey, ‘kıraathane’ diyor da, karşıtları ‘kumarhane’ zannediyor ya.. İşte öyle güzel bir mekân..
Arkadaşım, ideali olanları görmediği zaman hemen muhalif takılan bir yapıda.. ‘Yavv âbi, Üsküdar seçimlerde filan mâlum kesimin eline geçse burası bir fesad yuvasına dönüşmez mi?’ deyiverdi.
Evet, sadece bu mekân için bile dehşet bir endişe..
***
Geçmişteki bütün o ‘inkilap’ları ve nice askerî darbeleri değil, hattâ 28 Şubat 1997 Zorbalıklarını ve 15 Temmuz 2016 Darbe Hıyaneti’ni bile küçümsemeye çalışan, hele de 28 Şubat döneminde 10 yaşın altında olanlar, bu milletin ne acılar çektiklerini, inançları gereği örtünenlerin bile ne ağır baskılara mâruz kaldıklarını bir masal tadında, şöyle bir dinleyip geçiyorlar; yetersiz olsa bile mevcud kazanımlar, kolayca elde edilmiş gibi..
***
Geçen Pazartesi günü bu sütunda ‘Yürek yangısı’yla yapılıyormuşçasına dile getirilen bazı eleştirilere dikkat çekilmeye çalışılmıştı. Bundan dolayı gelen teşekkür iletilerini geçelim.
Ama müslümanca duygular adına yazılmış olanlara eleştirilere ne demeli?
Güyâ, burada, ‘Bizden olsun da çamurdan olsun’ denilmiş gibi; ‘Yönetici ülkeyi iyi yönetsin de kendisi isterse ‘inançsız’ olsun...’ diyenlere bile rastlandı.
Onlardan birisine, ‘Bize 'iyi, doğru, güzel ve faydalı', ya da 'kötü, yanlış, çirkin, zararlı'gibi kavramların en gerçekçi ölçüsünü inancımız verir. Bu yüzden, (…) ülkemin, elbette ki, özü itibariyle benim inancımda olanlar eliyle yönetilmesini isterim. (..) Çünkü, başkalarının 'iyi, doğru, güzel ve faydalı'dedikleriyle, bir müslümanın aynı kavramlar için ölçüleri taban tabana zıddır. (…) Laikler, kendi inanç değerlerine göre hareket ediyorlar ve kendilerinin en beceriksiz adamlarına bile, hem de yüzde 83'lerle destek veriyorlar’ cevabı yazılmıştı.
Evet, son 100 yıl boyunca bizim inancımıza en alçakça saldırı ve zulümleri yapmış olanları tercih edeceklere, 'Keyifleri bilir..' der geçeriz.. Ama biz, yanlışların hep olabileceği baştan kabul ederek, o 1 asrın tahribatının 15-20 yılda bertaraf edileceği gibi zannlara kapılmamak şuûrunda da olmak zorundayız.