Kıbrıs, Türk milletinin varlık mücadelesinin sembolüdür. Anadolu'nun Akdeniz'e uzanan serhat boyudur. Bugün hâlâ dahili ve harici bedhahlar, adadaki Türk varlığını "işgal" olarak nitelendirme hadsizliğini gösteriyor. Oysa tarih, kültür ve insanlık onuru açıkça göstermektedir ki, Kıbrıs Türk halkı bu topraklarda köklü, meşru ve vazgeçilmez bir unsurdur.
Kıbrıs'ta 1571 yılından bu yana süregelen Türk varlığı, yalnızca geçmişin değil bugünün de gerçeğidir. Lozan Antlaşması ile resmen tescillenen statü, 1960'ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti ile Türk ve Rum halklarının eşit kurucu ortaklar olarak birlikte yaşama iradesini ortaya koymuştur. Ancak bu irade, kısa sürede Rum yönetiminin Enosis hayalleriyle sabote edilmiş; 1963-1974 yılları arasında Kıbrıs Türklerine yönelik insanlık dışı saldırılar gerçekleştirilmiştir.
Adaletin Yolu: İki Devletli Gerçeklik
1974'te Türk Silahlı Kuvvetleri'nin gerçekleştirdiği Barış Harekâtı, sadece Türk halkının değil, adadaki Rumların ve insanlığın vicdanını kurtaran bir adımdır. Kadınların, çocukların, yaşlıların can güvenliği sağlanmış; Kıbrıs Türk halkı yeniden özgürce yaşamaya başlamıştır. Bu harekât, uluslararası hukuktan doğan garantörlük hakkının bir sonucudur.
1983 yılında kurulan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (KKTC), yalnızca bir siyasi ilan değil; tarihsel bir mecburiyetin, halk iradesinin ve yaşama hakkının somut bir tezahürüdür. Bu ilan, Kıbrıs Türk halkının onlarca yıl süren saldırılara, izolasyonlara ve eşitlik taleplerinin yok sayılmasına karşı verdiği meşru mücadelenin sonucudur. KKTC'nin varlığı, sadece adadaki Türklerin değil, tüm Türk milletinin Doğu Akdeniz'deki siyasi, kültürel ve güvenlik dengesinin mihenk taşıdır. Kıbrıs Türk halkı, egemenliğini ilan ederek hem kendi geleceğini tayin etmiş hem de uluslararası topluma, barışın ve çözümün ancak iki egemen devlet temelinde mümkün olacağını ilan etmiştir.
Adaletin Adresi: KKTC
Bugün KKTC, her türlü ambargoya ve uluslararası baskıya rağmen demokratik, çağdaş ve üretken bir devlet olarak varlığını sürdürmektedir. İki halkın eşit egemenliğe dayalı olarak yan yana yaşayabileceği bir gelecek, ancak iki devletli çözümle mümkündür. Çünkü Kıbrıs Rum yönetimi hâlâ Türkleri azınlık statüsüne indirgemeye çalışan bir zihniyeti temsil etmektedir.
Birleşmiş Milletler nezdinde defalarca önerilen federasyon modeli, Rum tarafının ısrarla reddettiği çözümdür. Annan Planı'na Kıbrıs Türklerinin "evet", Rumların ise "hayır" demesi bu yaklaşımın en çarpıcı örneğidir. Artık dünya, tek taraflı iyi niyete değil; karşılıklı saygıya dayalı adil bir çözüme yönelmelidir.
Kıbrıs Türk halkı yalnız değildir. Türkiye Cumhuriyeti, garantörlük hakkından ve milli sorumluluğundan asla vazgeçmeyecektir. Adadaki Türk varlığı bir barış gücüdür; caydırıcıdır; denge unsurudur.
Unutulmasın: Barış, adaletin var olduğu yerde hayat bulur. Ve Kıbrıs'ta adalet, ancak Türk halkının egemenliğinin tanınmasıyla mümkündür.