Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde yapılan 19 Ekim seçimleri, yalnızca yeni bir cumhurbaşkanını değil, Ada'daki stratejik yönelimi de yeniden gündeme taşıdı. Tufan Erhürman'ın zaferi, içeride bir değişim beklentisini yansıtsa da Doğu Akdeniz'in ve dünyanın genel seyrinin dayattığı güvenlik atmosferi bu değişimin sınırlarını belirliyor.
AB'nin refah toplumu idealine dayanan sözde demokrasi kriterlerinin ezberleri bir bir çökerken özellikle federasyon söyleminin gerçekliği ciddi anlamda tartışma konusu. Rusya-Avrupa hattındaki gerilim, kıtanın yeniden bir 'güvenlik toplumu'na dönüşmesine yol açtı. Bu dalga Doğu Akdeniz'e de yansıyor. İsrail'in Gazze'deki saldırganlığı, Yunanistan ve Güney Kıbrıs'ın askeri yığınağı, ABD'nin enerji hatlarını silahlandıran stratejisi, Kıbrıs'ı yeniden bir ileri karakol haline getiriyor. Böyle bir dönemde, KKTC'nin federasyon söylemi, bu güvenlik düzeninde anlam arayan eklemlenmiş bir toplum refleksinden öteye geçemiyor.
CTP'nin federasyon vurgusu, seçmenin izolasyon yorgunluğuna verilmiş bir tepki niteliği taşıyor; ancak bu yönelim, dediğim gibi sahadaki gerçeklerle sınırlı bir zeminde anlam buluyor. Ankara, süreci soğukkanlılıkla izliyor. Egemen eşitlik ilkesi artık yalnızca bir müzakere şartı değil; Türkiye'nin Kıbrıs politikasının temel referansı. Mavi Vatan vizyonu da bu politikanın stratejik omurgasını oluşturuyor.
Kıbrıs Türk halkının güvenliği, bu stratejik uyumun sürekliliğine dayanıyor. Uzun yıllardır izolasyonun baskısını yaşayan toplum, uluslararası tanınırlık arayışında olsa da kendi varlığının garantisinin Türkiye ile kurduğu güvenlik ortaklığında olduğunu biliyor.
Öte yandan Erhürman'ın seçim sonrası sözleri bu çizgiyi teyit ediyor:
"Dış politika elbette Türkiye ile yakın istişareyle yürütülecek, bundan kimsenin kuşkusu olmasın."
Bu açıklama hem Ankara'ya güvence hem de yeni dönemin diplomatik tonuna dair ipucu. Çünkü Kıbrıs'ın kaderi artık yalnızca müzakere masalarında değil, enerji hatlarında, savunma alanlarında ve bölgesel ittifaklarda şekilleniyor.
2025 seçimleri bir yön değişikliğinden çok, mevcut dengenin devamını işaret ediyor.
Bu denge, yalnızca siyasal partiler arasındaki güç dağılımını değil; Türkiye-KKTC ilişkilerinin kurumsal istikrarını, Doğu Akdeniz'deki güvenlik mimarisini ve enerji jeopolitiğinin çerçevesini de kapsıyor.
Seçmen tercihi, değişim talebiyle istikrar ihtiyacı arasında kurulan ince bir dengeye dayanıyor.
Erhürman yönetiminin federasyon eksenli diplomasi arayışı, ancak bu istikrarın içinde anlam kazanabilir; fakat bunun, sahadaki gerçekler karşısında bir söylem olarak kalacağını herkes görüyor, biliyor. Rumların tezleri hiç değişmemişken, bu dengenin bozulacağını zannetmek ancak hamakat belirtisidir.
Kıbrıs milli bir dava. Bu gerçek hiçbir zaman değişmeyecek. Geçmişte de benzer siyasi anaforlar yaşandı; Türkiye her seferinde süreci serinkanlı ve kararlı biçimde yönetti. Bugün de aynı stratejik sabır geçerli. Geçmişte yaşanan acılara rağmen, Kıbrıs'ta federasyon ham bir hayal. Gerçeklikten kopan her beklenti, eninde sonunda coğrafyanın ve gerçekliğin duvarına çarpar. Bu nedenle mesele, hayalin değil, hakikatin peşinden yürümek.