Hiç alanım olmamasına rağmen terör grupları üzerine bir tarama yaptım.
Devletlerin siyaseti bir yönetme sanatı olarak icra ettiği son bin yılda silahlı örgütlerle nasıl karşı karşıya geldiğini, nasıl çatıştığını, nasıl temas ettiğini, nasıl masaya oturduğunu inceledim.
Bu okuma icbar ettirildi.
Okuduğum her kayıt tanıdıktı.
Bugün Türkiye'de terör örgütü PKK'nın kurucusuyla yürütülen temaslar yüzünden kimi Müslümanların arasına bıçak gibi bir ayrılık girdi.
Tekfirler, bel altı sözler, hakaretler, ifşa yarışları... İslam ahlakıyla ilgisi olmayan, kirli ve hoyrat bir hesaplaşma.
Bu öfkenin kimden yana olduğu, bu kavganın kime yaradığı, bu kutuplaşmanın kimi güçlendirdiği ve kimin planını büyüttüğü üzerine düşünmek zorunda kaldım.
Çünkü iki taraf da Müslüman. İki taraf da kendi hassasiyetiyle hareket ediyor.
Arzum kimin haklı olduğuna hükmetmek değil. Devlet-örgüt ilişkilerinin bin yıllık seyrine bakmak, bu kavganın rasyonel bir zeminde durup durmadığını anlamaktı.
Gördüm ki devletler bin yıldır aynı gerçeği hiç değiştirmemiş.
Devlet yalnız silahla değil, zamanla, zeminle ve akılla mücadele eder.
Devlet yönetimdir, soğukkanlıdır, çıkarı boyutlandırır. Her örgütle çatışmış, temas etmiş, pazarlık yapmış, gerekirse masaya oturmuştur.
Bu masalar devletin düştüğü yerler değil, yönettiği yerlerdir.
Ve tarihin her döneminde örgütleri kurgulayan, şekillendiren, besleyen dış güçlerin attığı tohumlar vardır.
Haşhaşiler böyle doğdu. Selçuklu, yıkmak istemedi, alan açtı, temas etti, vergi muafiyeti tanıdı, saldırmazlık anlaşmaları yaptı.
Beyaz Lotus böyle büyüdü. Çin İmparatorluğu içeride isyanı bastırdı, dışarıda örgüte göz kırpan nüfuz devletleri masanın etrafında durdu. Af çıktı, idari tavizler verildi, bölgesel kontrol örgüte bırakıldı.
Ainu direnişi dışarıdan beslenen bir etnik hat hâline getirildi. Japonya sınır düzenledi, ticari imtiyazlar tanıdı, teması sürdürdü. Dış akıl bu hattı manivela olarak kullandı.
Celâlîler böyle kabardı. Osmanlı taşrayı tutmak isterken yönetim biçimini değiştirmek zorunda kaldı, isyancılara kılıç değil, çoğu zaman makam verdi. Örgüt liderleri idam edilmedi, sancak ihsan edildi.
IRA böyle beslendi. İngiltere masaya oturdu, cezaevi şartlarını yumuşattı, operasyon bölgelerini daralttı, kapıyı hiçbir zaman tamamen kapatmadı.
ETA böyle korundu. Bask bölgesinde Avrupa'nın bazı güçleri örgütü yıllarca kolladı, devlet bir yandan çatıştı, diğer yandan kültürel alan açtı. Silahlar susmasa da masa hiç devrilmedi.
FARC böyle yönetildi. Kolombiya devleti örgütle masaya oturdu, toprak düzenlemesi, siyasi parti hakkı, ekonomik fonlar konuşuldu. Devlet çatışmayı sonlandırmak için değil, yönetmek için adım attı.
Ve PKK.
Dışarıdan desteklenmesi artık gizlenemeyen bir küresel vaka. İsrail hattı açık. ABD'nin YPG ve PYD üzerindeki taşeronlaştırıcı etkisi meydanda. Silah, eğitim, koridor, lojistik, istihbarat, saha mühendisliği...
Bu örgütler kendi gölgeleriyle büyümediler.
Yerim dar. Okumalarımdaki bütün grupları buraya sığdıramam.
Ancak bütün bu tarih taramaları net bir şey öğretiyor. Örgütler sanki içeriden doğmuş bir zaruretmiş gibi görünür, asıl kıvılcım dışarıdan atılır.
Devlet ise dış tohumun doğurduğu hasarı yönetmek için yöntem değiştirir. Savaşır, temas eder, görüşür, bastırır, zaman kazanır, tavır değiştirir. Bazen masayı dağıtır, bazen masayı yeniden kurar.
Bu adımlar duyguyla, ideolojiyle okunamaz, anlaşılamaz, bundan rahatsız olmaya da gerek yok.
Benim rahatsızlığım devletin ne yaptığı değil, Müslümanların birbirlerine yönelttiği dilin dağınıklığıydı.
Bir taraf öfkeye sürüklendi, diğer taraf kendini linç altında buldu.
Bu iki tutumun arasına dışarıdan bir tohum daha serpiştirildi ve İslam'ın itidal çizgisi çatladı.
Bu yazı bir tarafı savunmak ya da temize çıkarmak için yazılmadı. Bu yazı, Müslümanların birbirlerini paramparça ederek kendi güçlerini yabancı ellerin avucuna bırakmasını izlemekten duyduğum utancın sonucudur.
Bin yıllık devlet-örgüt ilişkisi ne bizim öfkemizle söner ne de sloganlarımızla yürür.
Devlet bir yöntem seçer, örgüt bir sonuç üretir, dış akıl tohumu atar, coğrafya o tohumu büyütür ya da çürütür.
Müslüman ise kendi dilinin sorumluluğunu taşımak zorundadır.