Sanırım önce vartevor ne demek, açıklamam lazım. Doğu Karadenizlilerin bilmesi muhtemel bir kelime; yayla şenliği diyebiliriz. Ermenice kökenli. Doğu Karadeniz'de hala kullanılıyor. Yaylaların canlı olduğu, meraların yaylalar arasında paylaşılamadığı, her yaylada 100-200 hayvanın bulunduğu zamanlar. Yaylaların böylesi canlı olduğu zamanları yaşamış olmak bugünü görenler için epey üzücü.

Kıyısından köşesinden benim de yaylacılık yapmışlığım var. Anlatacakların kısmen gözlem kısmen duyduklarımdan.
Yaylada üç çeşit insan olurdu; merkezi figür yaşlılardı. Artık beden olarak çok ağır işleri yapamayan yaşlılar, yaylacılık faaliyetinin en önemli aktörü haline gelirdi. Yaşlıların yayladaki asli işi, inekleri sağmak ve 'katık' yapmaktı. Yani kaymak, yağ, peynir gibi süt ürünleri onların mesuliyetindeydi. İkinci önemli figür; çobanlık yapacak, komarlıklardan yakacak odun, çalı toplayacak, evdeki öteberi işleri ve ahırın temizliğini yapacak olan genç kızlar. Yaylacılık faaliyetinin üçüncü önemli figürü ise çocuklardı. Onların aslı vazifesi çobanlıktı. Tek başlarına bir sürüyü çobanlayamasalar bile destek kuvvet olarak çok önemli bir konumdaydı çocuklar.

Ayrıca köyde işi başından aşmış kadınların çocuklarını bakılsın diye yaylaya gönderdikleri olurdu. Ben ve kız kardeşim birer yaz bu şekilde anneannemizle birlikte yaylacılık yaptık. Çobanlığın yanında evler arası getir götür işleri de bizlerin vazifesiydi. Ez cümle yaylalar o vakitler kimse için yan gelip yatma yeri değildi.
Çay arası köylerden kalkıp gelen gençler kadar yaylacılar da vartevor zamanını iple çekerdi. Vartevor sezonunda yaylalar türküler, horonlarla şenlenir aynı zamanda biriken işler imece usulüyle bu dönemde yapılırdı.
Çocukluğumun en unutulmaz zamanlarıydı yayla şenlikleri. Beni bugün hala yaylalara çekip götüren, çocukluğumdaki o anılar, o kokular olsa gerek.
Birkaç yıldır yaz aylarında yaylaya gelmeye çalışıyorum. Yaylamızın adı Zargistal. Yaz tatilinin küçük de olsa bir kısmını yaylada geçirmek bana en iyi gelen şey. Bu yazıyı da yaylada yazıyorum. 2300 metre yükseklikteyim. Telefon pek iyi çekmiyor. İnternet de keza. Yazıyı gazeteye gönderip gönderemeyeceğimden emin değilim. Çok da sorun değil. Bu çekmeme hali çok iyi.

İnsan burada birkaç gün geçirince hayata bakışı değişiyor. Örneğin saate bakmıyorsunuz, telefonunuzu yanınızda taşımıyorsunuz. Televizyon falan da yok. Akşamları sobanın başında toplanıp muhabbet etmekten daha keyif verici bir aktivite bulunmuyor. Beş taş, dokuz taş gibi oyunlar oynamak iyi fikir olabilir.
Önceki gün yakın yaylaları gezdik. Artık çok azında beki bir belki iki baca tütüyor. Ambarlı yaylasında bir kadın evinin penceresinde seslendi bize. Yaklaşık 50 haneli bir yayla. Vaktiyle camisi, kahvehanesi, bakkalı olan bir yaylaymış. Şimdi bir tek o kadıncağız; "birkaç hayvanım var, ben de birkaç haftalığına geldim" dedi. Bir başına yaylada kalmak da cesaret işi. Karadeniz kadını işte!
Artık tüm yaylaların yolu var. Yaylalar Yeşil Yol adı verilen bir projeyle birbirine bağlandı. Güzel de oldu, insanlar günübirlik gelip gidiyor yaylalara. Kamp yapanlar var, likapa toplamaya gelenler var, kendi yaylasına gelip birkaç gün kalan var. Ama hayvancılık yok. Yaylalar asli işlevini yitirdi. Eskiden 100-150 hayvanın çıktığı yaylalarda bugün ya hiç hayvan otlamıyor ya da 2-3 tane.

Eskiyi yad etmenin bugüne bir faydası yok. Yaylalar artık turizm destinasyonuna dönüştü. Ayder, Uzungöl gibi turizme kaybettiğimiz kötü örneklerden bahsetmiyorum; gerçekten doğa meraklılarının, dağcıların, kampçıların rotası olan yaylalar.
Bir de benim gibi eski yaylacılar var!
Hiçbir şeyin çekmediği yerlerin çektiği insanlar!