Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu, 17. ve son toplantısını 13 Kasım Perşembe gerçekleştirecek. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Millî Savunma Bakanı Yaşar Güler ve MİT Başkanı İbrahim Kalın'ın sunumlarından sonra komisyon, yasal düzenlemelere ilişkin TBMM Genel Kurulu'na vereceği tekliflerle ilgili raporlama sürecine geçecek. Komisyonun bu çalışmayı da aralık ayı sonuna kadar tamamlaması bekleniyor.
Komisyonun çalışması, sürecin önemli bir ayağını oluşturdu. Meclis'teki tüm partilerin katılımıyla gerçekleşti bu çalışma. Dolayısıyla sürecin kendisi için adeta sigorta işlevi gördü diyebiliriz. Komisyon üyesi milletvekilleri de günün sonunda çalışmalara halel getirecek bir işe imza atmadı. Bu da önemli bir tecrübeydi, kanaatimce.
Evvelki çözüm süreci tecrübelerinin bugünküne katkısı, bugünün evvelkilerden farkı gibi pek çok başlıkla birlikte değerlendirdiğimizde, bu sefer işin daha planlı, net, sağlıklı bir şekilde yürütüldüğünü söyleyebiliriz.
Süreç içinde kimi aktörlerin risk faktörü gibi algılanan çıkışları da zaman içinde kolaylaştırıcı bir etkiye dönüştü. Son günlerdeki risk faktörü algısına yol açan çıkış ise komisyonun İmralı'ya gitmesi teklifi. Anladığım kadarıyla, bu konuda komisyonun kurulmasını dahi reddeden birkaç siyasi parti dışında kat'î surette "hayır" diyen olmadı. Lakin AK Parti ve CHP tarafı henüz kesin bir görüş ortaya koymuş değil.
Komisyona da başkanlık eden TBMM Başkanı Kurtulmuş'un açıklaması şu şekilde oldu: "Bu kararı verecek olan Meclis'teki komisyonumuzdur. Benim şahsi görüşüm burada önemli değildir. Çeşitli siyasi partiler bu konuda olumlu kanaatlerini ifade ettiler, ediyorlar. Kamuoyu önünde de ediyorlar. Eğer komisyon da böyle bir karar alırsa, ona göre hareket edilir."
CHP'nin AK Parti'yi beklediğini söyleyebiliriz. AK Parti tarafında ise Cumhurbaşkanı Erdoğan ve ekibinin konuyu nasıl değerlendirdikleriyle ilgili şimdilik bir netlik yok.
Ben, sürecin bu tür hamlelere dayanıklı hâle geldiğini düşünüyorum. Dolayısıyla gidilebilir. Ancak bir kesim, neredeyse sürecin devamını bu teklifin gerçekleşip gerçekleşmemesine bağlamış durumda. Sıkıntılı, sakatlayıcı bakış açısı tam da bu. Örgütün iradesini teslim eden Öcalan ile zaten bir görüşme trafiği var; hem DEM heyeti hem de devlet, kendi araçlarıyla bu irtibatı sağlıyor. Buna rağmen komisyon da gidebilir. Bu gidiş, Öcalan'la Kürt halkının geleceğini konuşmak için gerçekleşmeyecek. Ya da halkın temsilcisi olan vekiller Öcalan'ı makamında ziyaret etmiş, ayağına gitmiş olmayacaklar. Ziyarete, sürecin olmazsa olmaz bir parçası muamelesi yapmak kadar, bu tür ithamlarla olası ziyareti boğmak da yanlış.
Bahçeli'nin ve Demirtaş'ın eş zamanlı olarak ziyaretin yapılması yönünde fikir beyan etmiş olmaları bir dayatma olarak görülmemeli. Öyle olamaz zaten. Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın ve istihbaratın bildiğini bilmeyenlerin teklifi olarak ele alınabilir ve kolaylaştırıcı bir fikir olarak görülebilir.
Teklife sıcak bakılmamasının pek çok sebebinin olması mümkün. Çekilme konusunda devlet henüz tatmin olmamıştır, mesela. Belki de perşembe günü İbrahim Kalın buna dair bir veri paylaşacaktır.
Bir de konunun kamuoyuna bakan yüzü var; sürecin bu noktaya gelebilmiş olmasında buna azami hassasiyet gösterilmesinin katkısı büyük. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve MHP lideri Bahçeli'nin aldığı siyasi riskten çok daha büyüğü, toplumun hep birlikte omuzlarında.
O kadar kolay heba edilebiliyor ki bu tür yapıcı süreçler... Dolayısıyla siyaset kurumu, bu süreci aldığı riskin büyüklüğü nispetinde hassasiyet gözeterek yürütmek durumunda. Ezcümle; gidilsin diyenler de gidilmesin diyenler de sürecin selametini hedefleyen bir ağırbaşlılıkta konuşmalı.