Pazar günleri, muhterem okuyucularımızın eleştiri ve görüşleri etrafında yaptığımız bir Hasbihal'e daha, sağlık-âfiyet üzere, hayırlı çalışmalar dileği ve selâmlarımızla başlıyoruz.
* İstanbul'dan Murad Tuğlacı ve Kayseri'den Battal Temiz isimli okuyucular, ağustosun son günlerinde 'ABD Başkanı Trump'ın öldüğü' şeklindeki iddialar sosyal medyada söz konusu olunca; Trump için 'en iyi dilekleri'ni'- İnşallah kaydıyla ve Gazze'yi istediği noktaya getirmeye fırsat bulamadığı için 'can sıkıntısı çeker mi?' kaygılarını (!) da ekleyerek, dile getiriyorlar...
Antalya'dan Süheylâ Şanlıer isimli okuyucu da, 'Trump, 'dünyaya barış getireceğim...' diyerek seçilip işbaşına geldiğinden beri, -sizin bir yazıda belirttiğiniz üzere-, Roma usulü, 'Teslim olun, barış olsun...' şeklindeki 'Pax Romana'nın Atlantik ötesi versiyonunu, 'Pax Americana' (Amerikan Usûlü Barış) gerçekleştirmek istiyor, galiba diyor.
Aynı konuda Hollanda- Amsterdam'dan Karslı Mehmed Beyzâde isimli okuyucu da diyor ki, 'Belki inanmazsınız, hele de benim ticarî işim gereği sık sık gittiğim Batı Avrupa ülkelerinin büyük şehirlerinde halkların nasıl sevindiklerini, en azından ferahladıklarını gözlemledim; tasavvur edemezsiniz...
Bir insanın ölüm haberiyle arkasından büyük kitlelerin böylesine sevinç hali yaşadıklarını ilk kez görüyorum.
Bu durum, nasıl izah veya tevil edilebilir? Ve o gibilerin ve benzerlerinin ölümleriyle karşılaşsak, bir Müslüman olarak, tepki ve dileklerimizi nasıl dile getirmeliyim?' diyor...
*
--Muhterem okuyucumuza arz olsun ki, ölüm, yaratılmış her canlı için kaçınılmaz bir âkıbettir. Bu açıdan ölmek, öldürmek/ ve öldürülmekte bir çare ya da son derece etkili bir kurtuluş reçetesi aramamak gerekir. Çünkü kötüler ve iyiler ölse de kötülük ve iyilik tamamen yok olmayacak ve hep var olacaktır.
Her türlü kötülük, zulüm ve zorbalığın zirvesinde yaşayan Firavunlar asırlarca önce öldüler, ama o kötülük sembollerinin yolundan gidenler hâlen var ve hep olacaktır da...
Evet kötü olduğuna inanılan birisinin ölüm haberi geldiğinde o gibilerden bîzar olmuş olanlar, onların ölümüne sevinir ya da en azından üzüntü beyan etmezler.
Aynı durum iyi bilinen insanlar için de geçerlidir. İyi birisi vefat ettiğinde ya da öldürüldüğünde, iyilik son bulmaz ve iyi insanlar, toplumlarının, o gibilerin iyiliklerinden mahrum kalacaklarının da düşüncesiyle üzülürler. Ama o 'iyi'ler güzel bir hatıra bırakırlar.
Ve İblis ilâhî emirlere isyan etmenin sembolü olarak, insanları saptırmaya çalışır. Ve Hz. Muhammed'den önceki Peygamberler de elbette İslam Peygamberleridirler ve biz bütün ilahî peygamberleri kabul eder saygıyla anarız.
Ancak Hollanda'dan yazan okuyucunun mesajındaki bir soru da, 'Bu gibi durumlarda tepkilerimizi nasıl dile getirmeliyiz? Biz de bir kötü insanın ölmesi halinde sevinmeli miyiz, ne yapmalıyız; ölçümüz ne ve nasıl olmalıdır?' diye soruyor.
Bu konuda önce şunu belirleyelim kardeşim.
'İyi, doğru, faydalı, güzel' ve 'kötü, yanlış, zararlı ve çirkin' kavramlarının kesin ölçüsü neye göre belirlenir, şekillenir diye sorulduğunda, asıl mesele o zaman başlar. İnsan cemiyet halinde yaşamak zorunda olan bir canlı türü olduğundan, toplum hayatının düzenlenmesi için pek çok ölçüler ve ölçekler vardır, dünya görüşlerine göre...
Bunlar ya sadece akıl ve güç yoluyla, ya maslahat ve menfaat yoluyla ya da haz ve zevk duygularıyla belirlenir. Veya bir takım ideolojilerin belirlemelerine göre şekillenir. Biz Müslümanların ise mükevvenatın, bütün varlıklar alemlerinin yaratıcısı olan Allah'u Teâlâ'nın 'en üstün ve en güzel şekilde yarattığını' bildirdiği insanın başıboş yaratılmadığını ve başıboş bırakılmadığını bildirdiği vahy-i ilâhî ölçüsünü ve bütün insanları muhatap alan mesajı, aslî miyar olarak almamız gerekir... Ve elhamdülillah ki, Hz. Peygamber (S)'e nâzil olan Kur'an-ı Mubîn, ilâhî koruma yoluyla tahrif edilmeden elimizdedir. Ve ona inanan insanlar tarafından da 14 asırdır, 'tevhîd' inancı etrafında milyarlarca insanın yolunu aydınlatmaktadır.
*
Birilerinin ölümü karşısında tek tip tepki vermek, her zaman pek mümkün olmayabilir. Hele de kendi nefislerinin esiri olarak, kendi çaplarında zamâne firavunları ve onların takipçileri olmaya çalışanlar öldüğünde farklı tepkiler olabilir.
Bir dörtlükte, -hâfızamda kaldığına göre- özetle deniliyordu ki:
'Hatırlıyor musun doğduğun zamanı...
Herkes gülerken, sen ağlıyordun.
Nasihatim budur, öyle bir yaşa ki,
Ölürken sen gül, herkes ağlasın...'
Yani, doğarken ağladığın gibi, ölürken de ağlarsan, çok iyi bir hayat yaşamadığının işaretini veriyorsun demektir.
Bu ölçüler Trump için de geçerli...
*İstanbul'dan Lâmî Kerimoğlu diyor ki; 'Ben aslen Diyarbekir'liyim... Bir yakınım, 'Diyarbekir surlarında dev bir Devlet Bahçeli posteri asıldı. 10 yıl öncelerde tasavvur edilmezdi.' diye anlattı... Evet, kardeşlik, böyle karşılıklı sevgi ve saygıyla tesis edilir... Devlet Bey'in, geçen yıl, partisinin Meclis Grubu'nda yaptığı bir konuşmada 'Üstünlük soyda değil, taqvâ ve fazilettedir' sözü Diyarbekir'de de meyvesini veriyor.
Ben de, ona sizin geçenlerde bir yazınızda verdiğiniz ve Hz. Peygamber'in amcası Ebu Leheb'in Kur'an diliyle lanetle anıldığı, Kur'an'ın öngördüğü İslam Milleti'nin temelinin Afrika'dan pırlanta kalpli siyahî Bilal, İran'dan Selman, Yemen'den Ebu Zer gibi isimlerle, atıldığı örneğini tekrarladım...'
Evet, bu kardeşimiz de böyle söylüyor...
İslam Milleti, Allah'a iman birliği üzerine kurulmuştur.
Biz, 14 asırdır yapmadığımız kavmiyet farklılığı belâsına, son 1 asırdır müptela olmuştuk... Ama inşallah, samimî adımlar, samimî karşılıklarla taçlandırılacaktır.
*Trabzon'dan Süleyman Balıkçı isimli okuyucu da diyor ki: 'Tahran'daki Azadî Meydanı'nda, Şah zamanında 50 sene öncelerde yapılmış bir âbide varmış, bu sıralarda o anıt etrafında tartışılıyor. Neymiş efendim, o âbide, Şah'ın babası için yapılmış ve İran rejimi onu hâlâ koruyormuş...
Siz biliyorsunuzdur, bu iddialar doğru mu?
--Hayır kardeşim... O âbide, Şah zamanında, İran'da Şahlık sisteminin 2500. yılı münasebeti adına denilerek dikilmiş olup İran mimarîsinin ve tezyinat san'atının özelliklerini yansıtan bir âbidedir. Orada herhangi birisine atfedilen bir mezar da yoktur. Son Şah M. Rıza Pehlevî'nin babası Riza Khan, sürgünde Güney Afrika'da ölmüş ve yıllar sonra getirilip Tahran'ın güneyindeki uzantısı olan tarihî Rey şehrinde, Şah Abdulazim Türbesi denilen ve Hz. Hasan neslinden büyük şahsiyetlerin mezarlarının bulunduğu mekâna defnedilmiş ve 1979 Şubat'ında İnkılab olduktan sonra kemikleri, o mezardan belirsiz bir mezarlığa taşınmıştır.
Hatırlayalım, ünlü Sovyet Rusya lideri Stalin'in mezarını da ölümünden 3 sene sonra 1956'da, dönemin Sovyet Rusya lideri Nikita Kruşçef Kremlin duvarındaki mezarından çıkarttırıp Moskova çöplüğüne attırmıştı...
Darısı başka zalimlerin başına...
*