"Trump'ın savaşı ile barışı arasında mesafe çok kısa" dedik. İran konusunda da aynı şeyler yaşandı. Daha dün, ateşkes hakkında kullandığı sözlerin yankısı kesilmemişken, "savaş yeniden başlayabilir" açıklamasını yaptı. Aslında, bu durum girişteki cümlede benim de yaptığım gibi Trump'a hamledilse de aslında bütün bu olup bitenler, kronikleşen sistem krizinin tezahürü olduğunu kabul etmemiz gerekiyor.
Şöyle bir düşünün... Gazeteler ve televizyonlar, bir saat içinde tekzip edecekleri haberleri ve yorumları paylaştığı bir anafor içinde hangi zihin ayakta kalabilir? Bu bile, sistem krizini açıklamak için yeterli bir olgu.
Bir kere, hegemonik gücün yaşadığı kriz, bütün dünyayı derinden sarsıyor. Hani ben zaman zaman "hegemonun düşüşünün" büyük bir obruk oluşturduğunu, dolayısıyla gücünüz nispetinde kendinizi koruyabildiğinizi hatırlatıyorum ya, bazıları bu konuyu hala eski güç tahkimi çerçevesinde ele alarak itiraf ediyorlar. Oysa bugünün en büyük gerçekliği, tarihte hiç görülmemiş bir şekilde bir düşüş yaşanıyor olması. Yine ben, medya körlüğünün içinde kaybolmamak için bıkmadan usanmadan ABD'nin düşünüşünü yazmaya devam edeceğim. Gerçeklik zeminini kaybetmemek için bu hatırlatmaların şart olduğunu düşünüyorum. Yapısal analizlerden başka bir çözüm yolu da yok gibi geliyor bana. Kendi kendinizi tekzip etmemek adına da hem kapitalizmin hem de emperyalizmin yapısal krizlerine eğilmekte fayda var. Söylemlerin arkasına bakmadan yorumlar yapmaya devam edersek, dün söylediğimizi bugünkü sözümüzle yalanlamaya devam ederiz.
Bir de şu Üçüncü Dünya Savaşı meselesi var. Her çatışmadan sonra hemen dolaşıma sokulan bu söylemin de sorunlu olduğunu düşünüyorum. Evet, medya dünyasında geçerliliği olabilir bu konunun ama, asıl mesele, bütün bu içinde savrulduğumuz anaforu dağıtmak için de "Üçüncü Dünya Savaşı"nın üretilmesinin "emperyalizmin yön arayışı"nın bir ürünü olduğunu bilmemiz gerekiyor.
Biraz daha ileri gideyim mi? Emperyalizm, hadi Marksist bir yaklaşımla dile getirelim, kapitalizmin bir aşaması olarak değerlendirilen emperyalizm, bugün stratejik olarak büyük bir açmaz yaşıyor. Birinci Dünya Savaşı'nda kendini gösteren, İkinci Dünya Savaşı ile taze bir güç olarak iktidarını tesis eden Amerika sayesinde emperyalizm, özellikle "borç ekonomisi" tanımıyla "finansal emperyalizm" aşamasına geçerek Batı'nın sömürge stratejilerinin devamlılığını sağlamıştır. Şimdi sıkı durun... ABD'nin emperyalist stratejisinin başlangıç noktası da "Batı içi hesaplaşma"dır. Bu hesaplaşma bitti mi? Elbette hayır. Bugün Avrupa ile Atlantik ötesi arasındaki çatışma – ki bu çatışma ifadesini bilinçli bir şekilde kullanıyorum – gittikçe derinleşiyor. NATO ile ilgili tartışmalara bir bakın. ABD, İkinci Dünya Savaşı sonrasında "savaş tazminatlarını almak için oluşturduğu borç ekonomisini" NATO üzerinden yeniden tesis etmek istiyor. Tarihi biraz da buradan okumak gerekiyor.
Kronikleşen krizler ortasında "Niye bu kadar yayıyorsun, bizi tarihin içine bu kadar sürüklemek zorunda mısın?" demeyin... Her konu dönüp dolaşıp bir dünya savaşı söylemine hamlediliyorsa, o zaman tarihin şahitliğine, hatta bugünkü ezberlerin zeminine inecek bir tarih felsefesine ihtiyacımız var. Üstelik savaş ve barış söylemleri arasındaki mesafenin bu kadar kısalması, hatta barış söyleminin bizzat savaşın perdesi olarak kullanılmasını aşmak istiyorsak da, bu tarihsel arka planı bilmemiz gerekiyor.