Diyarbekir'de "İttihadu'l Ulema" tarafından düzenlenen 9. Alimler buluşmasını önceki yazımızda anlatmıştık. Öteden beri, söylenenlerden hareketle söylenmeyenlere ulaşmayı kendime şiar edinmişim. Çünkü insanların söyledikleri, somut olarak dile getirilmeyen bir anlam atmosferini oluşturur. Bu toplantının atmosferi, onca iriliğine rağmen İslam aleminin, bir avuç Siyonist karşısında çok küçük ve etkisiz kaldığıydı. Konuşmacıların, ümit telkin eden konuşmaları bu atmosferi dağıtmaya yetmedi. Çünkü bu atmosfer, bir algı değil, bir hakikatin yansımasıydı.
Savaşta hedefi küçültmek esastır. Hedefinizi ne kadar küçültürseniz, isabet oranınız o kadar artar. Bunun yanında kendinizi de olduğundan büyük ve güçlü göstermeli, hatta göstermekle yetinmeyip gerçekten büyütmelisiniz. Düşmana ne kadar büyük görünürseniz, etkiniz o kadar büyük ve onun üzerinde ümit kırıcı olur. Bu olmazsa önceki kuralın etkisi az olur. İsrail, her iki kurala da sıkı sıkıya bağlı olması açısından son derece başarılı bir projedir.
İsrail devleti kurulmadan önce Yahudilerin ne durumda olduğunu anlatmaya gerek yok. Perişandılar. Dünyanın dört bir yanına dağılmış, hiçbir siyasi, askeri ağırlıkları olmayan ve buna ek olarak diğer toplumlar tarafından dışlanan, aşağılanan, bu yüzden gettolarda hayat sürdürmek zorunda kalan bir halk. Kimse onları sevmezdi. Herkes onlara düşmandı. Bunun yanında onlar da kimseyi sevmezlerdi. Malum, kendilerini "Allah'ın seçkin halkı" olarak görürler. Allah tarafından bütün milletlerden üstün kılındıklarına, diğer milletlerin de sırf onlara hizmet etmeleri için yaratıldıklarına inanırlar. Başkalarının nefretine maruz kalmalarının bir nedeni de böyle bir inanca sahip olduklarının bilinmesiydi. Böyle iken iki bin yıldan beri Kudüs'e dönme idealine de sıkı sıkıya bağlıydılar.
Bütün dünyanın nefret ettiği, bütün dünyadan nefret eden bir avuç Yahudi'nin Kudüs'e dönme hedefini gerçekleştirmesi elbette mümkün değildi. İki bin yılın sonunda bu hakikati anladılar. Önce dünyanın büyük güçlerine (özellikle İngiltere ve Amerika) yaklaşarak onların sempatilerini kazandılar. İçlerinden çıkan büyük bilim adamlarının buluşlarını, bilimsel keşiflerini onların hizmetine sundular. Böylece sempatiyi sarsılmaz bir desteğe dönüştürdüler. Edebiyat, medya ve sanat aracılığıyla mağduriyetlerini ustaca işleyerek halkların desteğini yanlarına çektiler. Yapayalnız, kimsesiz, dışlanmış bir avuç Yahudi olmaktan çıkıp dünyaya büyük bilim adamlarını, sanatkarları, filozofları, dahi edebiyatçıları kazandırmış zeki bir halk olarak tanınır oldular. Hitler'in katliamı, onlara bekledikleri altın fırsatı sundu. Dünyanın bu müthiş desteğini arkalarına alarak, dünyanın hercümerç olduğu bir hengamede Kudüs'e döndüler, İsrail devletini kurdular.
İslam alemi ise, birinci dünya savaşında alınan ağır yenilgiden sonra parçalandı. İsrail'in büyümesinin ve İslam aleminin küçülmesinin ilk adamı atılmış oldu. Sonra Arap devletleri şeklindeki tuhaf sistem geliştirildi ve her biri kendi sınırlarıyla sınırlı bir Araplık idealinin peşine düştü ve İsrail bir kez daha büyürken karşı cephe bir kez daha küçüldü. Sonra Filistin Kurtuluş Örgütü şahsında küçülen hedefi ekarte etmesi kolay oldu İsrail'in.
Hamas, bu süreci tersine çevirdi. Söylemleri ve eylemleriyle İslam alemi cephesini büyütmeye ve İsrail cephesini de küçültme sürecini başladı. Gazze savaşı bir dönemin sonunun, bir yeni dönemin başlangıcının ilk adımıdır.
Bu arada, mezhebi, etnik, Sykes Picot ürünü coğrafi farklılıkları kaşıyanlar, İsrail'in bu süreçten daha da büyüyerek çıkmasına hizmet ettiklerinin farkında olmayan aymazlardır en hafifinden.