Zaman değiştikçe toplumların bazı sosyal davranış kalıplarının değişmesi kaçınılmazdır. Bu yüzden "değişmeyen tek şey değişimdir" demişler. Bunun yanında toplumların sabiteleri de var. Yani bazı şeyler de değişmez. Zaman üzerlerinden geçip gider sadece. En fazla bir rüzgar gibi tozunu toprağını alır onların. Zaten "Rûzgar-Rüzgar" da Farsça bir kelime olarak zaman demektir. Zaman rüzgarı, ağacı yerinden sökemese de yapraklarını döker, özellikle kuruyanları. Dolayısıyla sosyal hayatın bazı kuralları, davranış biçimleri artık işlevsiz hale gelmişlerse, ruhlarını yitirmişlerse, zamanın ruhuna ayak uyduramıyorlarsa değişirler, hatta tamamen ortadan kalkarlar. Kısacası bendeniz mutlak olarak değişime karşı biri değilim. Ama bazı değişimler de vardır ki, sözünü ettiğimiz bu doğal sürecin etkisiyle gerçekleşmezler, dışarıdan zora dayalı bir müdahale ile gerçekleşirler. İşte bu tür değişimler insanın içini acıtır. Ölümün her insan için mukadder olmasına karşın, birinin müdahalesiyle, özellikle haksız yere, gerçekleşen ölümlerin (öldürmelerin) insanın içini acıtması gibi. Genelde İslam dünyasında, özelde bizim ülkemizde geçen yüzyılda yaşanan değişimlerin büyük kısmı ne yazık ki zoraki olarak gerçekleşmişlerdir. Özellikle geçen yüzyılın ilk çeyreğinde yaşanan bütün değişimler şiddet ile olmuşlardır. Sonraki dönemlerde ise şiddet yerine eğitim sistemi, propaganda aygıtları, sanat, edebiyat görüntülü dayatmalar belirleyici olmuştur. Hala etkilerini sürdürmektedirler. Bu şiddet veya dayatmacı propagandaların bir mağduru hiç kuşkusuz dinî bayramlar, özellikle Kurban Bayramıdır. Uzun yıllar, bütün dinî ritüellere olduğu gibi bu ibadete, bu ibadetin toplumsal yansımalarına yönelik yoğun saldırılar gerçekleştirildi. Tabi söylediğim gibi rüzgar ne kadar kuvvetli olursa olsun bazı ağaçları yerinden sökemiyor. İnsanın fıtratı, otçulların Kurban ritüelini çağdaşlık putuna kurban etmelerine izin vermedi. Ama epey de hırpalandı. Neticede elitlere, seçkinlere karşı mücadele vere vere iktidara gelen ve özleri itibariyle mahallemize mensup olan bazı yerel yöneticilerin öngörüsüzlüğü kurbanı, kurban ritüelini görünmez kıldı. Sırf içi geçmiş çağ içilerin tiksinmemesi için. İhtimal oylarını da alabiliriz diye. Bizim semtimizde ve başka birçok semtte olduğu gibi, kurban görünmez olurken, yerel iktidar da kaybedildi nitekim. Zaman, zamanın gerekleri değişir, çağcıl zümrenin dinden, dinin ritüellerinden tiksinmesi değişmez ve de içlerinde dine yönelik kırıntı düzeyinde bile olsa eğilimi olanlara kesinlikle meyletmezler. Bu da onların sabiteleridir.
Oğlumla oturmuş havadan sudan konuşuyorduk. Baba dedi, Kurban Bayramına şunun şurasında birkaç gün kaldı, ama ortada hiç bayram havası yok. Hatırlıyorum çocukluğumda, mahallemizin şu meydanında kurbanlık satış yeri kurulurdu. Sen elimizden tutar kurbanlık sığırları, koçları gösterirdin. Her sabah pencereleri açtığımız zaman hayvanların ve tabi atıklarının kokusunu alırdık. Ama şimdi, geldi geçecek, bayramın farkına bile varamayacağız. Vakıa kurbanlık satış yerlerinin kokusu yadırgatıcıydı. Ama şimdi de adım başı kedi-köpek kulübeleri yapılmış ve buraların kokusu burnumuzun direğini kırıyor adeta. Caddelerde, parklarda adım attığımız zaman çağcıl bir teyzenin minnoşunun bırakıtına basmamanın hiçbir garantisi yok. Önceki Belediye reisine yazdım, dedi. Bu çağdaşlara şirin görünmek sana oy olarak geri dönmeyecektir diye. O değil de benim çocuğumun, et ağaçta mı yetişir baba, demesinden korkuyorum diye de ekledi. Tabi edebiyatçı babanın oğlu ne de olsa, biraz da abartıyordu.
Oğlumun bu sözlerinden sonra düşündüm, hak verdim. Kurbanlık satış yerleri gözlerden ırak yerlere taşındığından beri Kurban ibadeti de bu diyardan taşınmış, dedim. Vekaletle Kurban kesme ilanlarından dolayı, Kurban Bayramı da sadece Afrika'da kutlanıyormuş hissine kapılıyor insan.
Yerel ve genel iktidara ulaşsaydım şöyle derdim: Tabiat boşluk kabul etmez, koyun, sığır çekilince hayattan, yerlerini kedi-köpek bırakıtları alır. Kurban Bayramı da Nil nehrinin ötesine taşınır.