Bir televizyon çekimi için Talimhane’deydim... Çekimin yapılacağı otelde liberal gençlerle karşılaştım.
Konferans için gelmişler.
Hemen etrafımı kuşattılar ve başladık muhabbete.
Daha doğrusu, ben sordum, onlar cevap verdi.
LDP’yle (yani Liberal Demokrat Parti’yle) bir alakaları yok.
Mevcut LDP’yi faşist buluyorlar.
İçlerinden biri, “Liberalizmle alakası yok bu partinin” dedi, Genel Başkan konumundaki şahsa (Cem Toker’e) verip veriştirdi, onun faşizan söylemlerinden yakındı. “Genç Yunusları” sordum... “Aynı” dedi...
En çok Atilla Yayla’yı seviyorlar... Liberal Düşünce Topluluğu’yla organik bir ilişkileri yok ama bu kuruluştan hoşnutlar. Kendilerine “Üç H Hareketi” ismini takmışlar: “Hürriyet, Hukuk, Hoşgörü...”
Gerçekten de hoşgörülüler...
Birçok konuda eleştirel tutum takındım, hatta zaman zaman sinirlerini bozacak çıkışlar yaptım ama hoşgörülerinden taviz vermediler.
Sorularımı sakince cevapladılar, itirazlarımı sakince dinlediler.
Bir ara “Gezi” konusu açıldı.
Gezi’yi destekliyorlar.
Bazıları fiilen eylemde yer almış.
Kamuoyu’nun “liberal” bildiği isimler konusunda (Ertuğrul Özkök, Murat Belge, Hasan Cemal ve Cengiz Çandar gibi isimler) Atilla Yayla gibi düşünüyorlar ama Gezi konusu açılınca birden Mehmet Altan’laşıyorlar.
Gezi, “otoritarizme ve yasaklara isyan” onlara göre...
Örnek vermelerini söyledim: “Hangi otoritarizme isyan ediyorsunuz?”
Otoritarizmden, Recep Tayyip Erdoğan’ın yönetim anlayışını ve üslubunu anlıyorlar.
Peki yasaklar?
Uzun uzun düşünüp, “İçki yasağı” dediler.
Bunun “içki düzenlemesi” olduğunu ve Batı ülkelerindeki “liberal” bilinen yönetimlerin de aynı tedbirleri aldığını hatırlattım... “Evet, aynen öyle” diyorlar ama yine de bunun içki yasağı olduğuna inanmak istiyorlar.
Peki, sakıncası ne böyle bir düzenleme yapmanın?
Bu düzenleme, “illegal içki satışlarını” artırırmış...
İtirazları buna ise, “muhalefetlerini” neden olmayan “içki yasağı” üzerinden yürütüyorlardı? Hakkaniyete uygun muydu bu?
Biri, “haklısınız” dedi.
Diğerleri tepki vermedi...
Peki, Gezi’de ortaya çıkan şiddet: (Hem polis şiddeti, hem örgüt şiddeti...) Tepkilerin bir tek kişi üzerinde odaklanması... Erdoğan’a yönelik nefret... Belli siyasal grupların aşağılanması: (“Devrimciler burada, makarnacılar nerede?” İllegal örgüt pankartları... “Darbe” çağrıları... Jandarma TOMA’sının alkışlarla karşılanması... Taksim Dayanışması’nın temellük ettiği “totaliter” ve buyurgan dil: (Referandumun “bilimsel gerçeklere” aykırı olduğunu söylemişlerdi. Güya otoritarizme karşı çıkıyorlardı ama tavırları totaliterdi.) Devlete diz çöktüren eylemcilerin bunu bir kazanca dönüştürmek yerine çatışmacı bir dili benimsemesi... Hasan Cemal’in, seçilmişleri “Menderes’in akıbetiyle” korkutması... Bu eylemlerin, bir gün “siyaset kaybı” olarak bize dönecek olması...
Burada bir problem görmüyorlar mıydı?
Bu konu üzerinde düşünmemişler.
Belli ki hiç Atilla Yayla okumuyorlar.
Seviyorlar ama okumuyorlar.
Mehmet Altan okuyorlar.
Birçok konuda Mehmet Altan gibi düşünüyorlar.
Benim açımdan hoş ve öğretici bir sohbet oldu.
Liberal gençleri sevdim... Ama irili ufaklı birçok Mehmet Altan’la (içine Nuray Mert, Ece Temelkuran ve Sırrı Süreyya Önder kaçmış Mehmet Altan) karşılaşmak, açıkçası biraz moralimi bozdu.