Mecliste Libya tezkeresi onaylandı ancak ertesi gün düşen uçak ülke gündemini birden değiştirdi. Libya Genelkurmay Başkanı Orgeneral Muhammed Ali Ahmed Al-Haddad ve maiyetindeki ekibini taşıyan kiralık jet Trablus'a dönerken kalkıştan hemen sonra acil koduyla iniş talebinde bulundu. Uçağın düşüşü hem Ankara'da hem de Trablus'ta herkesi şoke etti.
Komutan Haddad Libya iç savaşında tarafları uzlaştıran önemli bir aktördü. Doğu ve Batı Libya'daki silahlı güçlerin kavgasını durduracak bir akla ve cesarete sahipti. Ankara'nın süreci yakından takip ettiğini ve bundan sonra müttefik ülkelerin temsilcileriyle temaslarda daha yüksek güvenlik önlemleri alacağını düşünüyorum. Kaza yahut sabotaj sonuç ne olursa olsun buradan çıkarılacak dersler var.
Libya meselesi, uzun süre Türkiye kamuoyunda uzaktaki bir iç savaş başlığı gibi algılandı. Oysa dosya, zamanla yalnızca Trablus'ta yaşanan çatışmaların değil, Doğu Akdeniz'de kurulan yeni güç dengelerinin de merkezine yerleşti. Ankara, Libya'yı yalnızca sahadaki askeri gelişmeler üzerinden okumadı; deniz yetki alanları, enerji rekabeti ve bölgesel ittifaklar üzerinden çok katmanlı bir değerlendirme yaptı.
Türkiye'nin Trablus merkezli meşru hükümetle kurduğu ilişki, başından itibaren hukuki ve siyasi meşruiyet vurgusu üzerine inşa edildi. Ankara, Libya'daki parçalanmış yapının kalıcı hâle gelmesinin Doğu Akdeniz'de Türkiye'yi dışlayan bir enerji mimarisini güçlendireceğini öngördü. Bu nedenle Trablus'un ayakta kalması, yalnızca Libya iç dengeleri açısından değil, Türkiye'nin Akdeniz stratejisi bakımından da kritik bir eşik olarak görüldü.
Sahadaki askeri destek, bu çerçevede tek başına bir güç gösterisi olarak tasarlanmadı. Türkiye, sert gücü yumuşak gücün önünü açan bir araç olarak kullandı. Sahadaki denge değiştiğinde, Trablus hükümeti siyasi manevra alanı kazandı; diplomasi yeniden konuşulabilir hâle geldi ve Libya'nın tamamen parçalanmasına dönük senaryolar zayıfladı. Askeri varlık, siyasi sürecin ön koşulu olarak işlev gördü.
Bu tablo, Doğu Akdeniz'deki rekabetle doğrudan bağlantılıydı. İsrail, Güney Kıbrıs ve Yunanistan arasında şekillenen eksen, Türkiye'yi dışlayan bir enerji hattı kurmaya yöneldi. EastMed gibi projeler, ekonomik fizibilitesi tartışmalı olmasına rağmen, Ankara'yı denklem dışına iten siyasi tercihlerle gündeme taşındı. Libya ile imzalanan deniz yetki alanları mutabakatı, bu dışlayıcı stratejiye verilen açık bir cevaptı.
Ankara, bu hamleyle yalnızca itiraz eden değil, oyun kuran bir aktör olduğunu gösterdi. Trablus'la kurulan bağ, Doğu Akdeniz'in güney hattını Türkiye'nin stratejik hesaplarına dâhil etti. Böylece enerji meselesi, teknik bir boru hattı tartışmasının ötesine geçerek jeopolitik bir rekabet alanına dönüştü.
Tam da bu süreçte Ankara'da yaşanan uçak kazası, dış politika bağlamında sembolik anlamlar üretti. Olayın teknik boyutu ayrı bir başlık olarak ele alındı; ancak zamanlaması itibarıyla savunma kapasitesi, güvenlik altyapısı ve dış operasyonların sürdürülebilirliği üzerine farklı tahliller yapıldı. Türkiye'nin bu tür hadiseler karşısında sergilediği kurumsal refleks, bölgesel aktörler tarafından dikkatle izlendi.
Ankara, yaşanan uçak krizini dış politika çizgisinde bir kırılma noktasına dönüştürmeyecektir. Kriz yönetimi ve iletişim dili, Libya dosyasında atılan adımlardan vazgeçilmeyeceğini gösterecektir. Libya'da yıllardır meşru bir zeminde bulunan askeri varlığımız bu adımların geçici bir müdahale değil, stratejik bir tercih olduğunu gösteriyor.
Libya bağlamında dikkat çeken bir diğer unsur, Ankara'nın tek taraflı bir hegemonya arayışı içinde olmadığıdır. Türkiye, Trablus'ta mutlak bir kontrol hedeflemedi; meşru hükümetin uluslararası sistemle bağını koparmadan ayakta kalmasını önceledi. Bu yaklaşım, Ankara'nın kendisini denge kurucu ve uzlaşıyı mümkün kılan bir aktör olarak konumlandırma çabasını yansıttı.
Enerji rekabeti, bu siyasal zeminin üzerinde şekillendi. Doğu Akdeniz'de mesele, yalnızca hidrokarbon rezervlerinin varlığıyla sınırlı kalmadı; bu kaynakların hangi siyasi mimari içinde, hangi güzergâhlar üzerinden taşınacağı sorusu belirleyici oldu. Türkiye, Libya üzerinden bu mimarinin dışında tutulamayacağını sahada ve diplomasi masasında ortaya koydu. Ankara, Libya'nın sivil ve askeri bürokrasisine emek verdi. Birçok kurumumuz en nitelikli insan kaynağıyla Libya'da görev yapıyor. Libya'dan gelen öğrenciler üniversitelerimizde lisansüstü eğitim burslarıyla yetişiyor.
Türkiye-Libya ilişkilerindeki stratejik derinliğe karşı öfkeli cephe ortada. Bu süreci baltalamak isteyen uluslararası aktörleri hafife alamayız ancak içeride "Libya'da ne işimiz var?" diyenler var. Anlatmaya devam edeceğiz. Sahi Libya'da ne işimiz var?