Çamlıca Camiinin resmî açılış merasimi dolayısıyla 3 Mayıs günü Cuma namazı öncesi, o mekâna doğru yola koyulan onbinlerin arasında ‘fakir’ de vardı. Bu büyük mâbedin etrafının tanziminde henüz çok iş varsa da, çevre yine de bir hayli yeşillendirilmiş, güzelleştirilmiş..
***
Müslüman dünyasının hemen her yerinde Müslümanların mâbedleri için, bizde genelde kullanıldığı gibi, cem’ olunan, toplanılan yer mânâsına gelen ‘câmi’ değil, ‘mescid’ terimi kullanılır; Mescid-i Aqsâ, Mescid-ul’Haraam, Mescid-un’Nebî gibi..
Mescid kelimesinin içinde de, mânâsı zâten vardır: Secde edilen mekân. (Yazık ki, birçok yerde, mescid yazılırken, birçok mekânlarda ‘mescit’ yazılıyor ve kökündeki ‘secde’ mânâsından koparılıyor. Bu, o kadar önemli mi denilir, bazılarınca. Ama bu, sadece basit bir dikkatsizlik olarak değerlendirilip kenarından geçilmemelidir. 90 yıl öncelerdeki ‘alfabe değişikliği’ dayatması sonunda, özellikle asıl Kitabımız Kur’an-ı Kerîm’deki ve inanç dünyamızın diğer temel terimlerindeki yanlış telaffuzlarla da diğer Müslüman halklardan koparıldık. İsmet İnönü, ‘Biz alfabe inkilabı yapmadık, inkilabımızın alfabesini bulduk’ diye boşuna dememişti.
***
Mâbedler, bir inanç sistemine bağlı olanların, bütün duygu ve düşüncelerini, san’at ve hünerlerini, emeklerini, göz nurlarını yansıtmaya çalıştıkları mekânlardır. Ve bütün bu çaba ve dikkatler, oralarda sadece ibadet etmek için değil; o inancın gelecek nesillere ulaştırılması emelini içindir de..
Fakir insanların yaşadığı küçücük bir köydeki veya fukara mahalleleri arasındaki bir küçücük ‘mescid’e bile bakıldığında görülür ki, o mekân, o fakir bölgenin, en temiz ve en mutenâ içi ve dışıyla en süslü mekânıdır. Elbette Hz. Peygamber(S)’den gelen bir rivayette, ‘Mescidlerin en güzel süsünün cemaat olduğu’na dair işareti de unutulmamalı.
Çamlıca Camii de öyle olmuş; nice büyük sosyal felaketlerin ve travmaların yaşandığı 100 yıllık bir dönemin arkasından, halkın çeşitli kesimlerinin irili-ufaklı, dualı mâlî yardımlarıyla gerçekleştirildiği bir mekân olarak, Müslüman halkımızın ruhundaki hayatiyet cevherinin ne denli güçlü olduğunu yansıtan sahnelerden bir yenisi olarak yükseltilmiş ve İstanbul’a da yakışmış.
***
Yapılmasında, ne yaptığının şuûrunda olarak her türlü katkıyı sağlayan ve emek verenlerden Allah razı olsun. Kendi öz medeniyetimizin sembolü olan bu dev eserin şimdiden, on binlerle dolup taşması ve insanlara, ‘Biz de yapabilirmişiz’ güveni telkın etmesi de son derece önemli.
Kılıçdaroğlu, germekten ‘gerici’likten medet umuyor
Evet, Kılıçdaroğlu germek’ten medet ummayı sürdürüyor.
Herkese olduğu gibi, Kılıçdaroğlu’na da şiddet kullanılmasının kesinlikle kabul edilemeyeceğinden, Ank.- Çubuk’taki protestolar sırasında başvurulan fizikî şiddet bu sütunda da hemen dile getirildi. Ama Kılıçdaroğlu, konuyu gündemde taze tutmaktan fayda umuyor. Nitekim 30 Nisan günü yaptığı konuşmada, kendisine sadece yumruk atanı değil, protesto bulunanların hepsini de, ‘Onların tamamı teröristtir. PKK ülkeyi, bunlar da milleti bölmek istiyor’ diyerek suçladı.
Hani neredeyse, eski şeflerinin, ‘Menemen dümdüz edilmeliydi!’ deyişi gibi, ‘Çubuk’ için de aynı şeyi isteyecekti. İsmet Paşa da, 1963’de, başbakanlığı sırasında, AP Genel Merkezi’nin kendi taraftarlarınca tahribi karşısında, ‘Onlar da halkı tahrik etmeseydiler’ dememiş miydi.
Hacıbektaş’ta bir Bakan’a, gözlerinin önünde yumruklu saldırı yapıldığında, ‘Rüzgâr eken, fırtına biçer’ diyen de KK. değil miydi?
***
Biz ki, KK’ya fizikî şiddet uygulanmasına kesinlikle karşı çıktık ama o, kimlerle işbirliği yaptığından dolayı o saldırının meydana geldiğini bilmiyormuş gibi davranmayı sürdürüyor ve ‘şehid cenazelerine katılmaya devam edeceğim’ diyor. İstemeyiz ama terör destekçileriyle dayanışmasına halkın tepkisiz kalacağını sanıyorsa, bu gibi haddi aşan tepkileri de beklemeli.