Babamı defnettiğimiz günkü gibi, omzuma keskin bir taş kondu. Ağırlığı iki okka. "Artık yok!"
Bir yokluk, yüzlerce varlığın sahtekârlığını ifşa eder.
On yıllardır batının gözünde Müslüman, "terörist, barbar, geri" diye yaftalandı. Ama bir şehrin taşında, enkazında, bir çocuğun cansız bedeninde, bir parmağın ucunda doğrusunu bütün dünya halkları gördü.
Her milletten, her dinden, her renkten insanlar Gazze'ye yardım taşıyor. Uykusuz kalıyor, hesap veriyor, risk alıyor.
Bir adamın şahsiyeti, bir adamın dik duruşu, bir adamın parmak ucu kıvılcımı ateşledi.
O parmak, yıllardır "terör" diye etiketlenen bir inancın aslında onur, vakar ve şahitlik olduğunu görünür kıldı.
Hakikatin sesi, kürsüden değil siperden geldi. İnsanın içindeki en derin oyuktan.
Kıyılarda, limanlarda, havaalanlarında, sırtlarında çuvallarla yürüyen yabancı yüzler; tabelalarda Arapça bilmeyen çocukların "Gaza" yazmaya çalışırken yaptığı yazım hataları; kampüs çadırlarında dondurucu gecelerde bir battaniyeyi paylaşanlar; büyükelçilik önlerinde sabaha kadar bekleyip yalnızca göz temasıyla birbirini teskin eden kalabalıklar.
"Acı" konuştu, "onur" tercümanlık yaptı.
O parmak, bir bombanın düştüğü, bir evin duvarının söküldüğü an kadar netti.
Bir tek lafız, doğru ağızdan çıktığında, kütüphaneleri yerinden oynatır. Ebu Ubeyde'nin parmak ucu, sesi, gölgesi, işareti bütün denklemlerimizi bozdu.
Rozetlerimizden, kartvizitlerimizden, protokol koltuklarımızdan daha ağır konuştu.
Şehadet, "ölüm romantizmi" değil, hakikati ölüm pahasına doğrulama cesaretiymiş; şahit olduk!
Babamın tabutu başında dizlerimin titrediği anı hatırlıyorum. İnsanın içindeki en büyük devrim, "geri dönmeyecek" gerçeğiyle yüzleştiği anmış. O andan sonra her şey ya çok sahici ya da tamamen yalan...
Sahicilik pahalıdır, bedeli terdir, utançtır, risktir. Yalan ucuzdur, bedeli yalnızca bir paylaşımdır.
Biz hangisini seçiyoruz?
Şimdi burada, bu satırlarda bir çağrı gizli. Parmaklarımıza bakıp utanmak. Telefon ekranına değil, vicdan ekranını kaydıran parmaklarımıza.
Gün boyu kaydırdığımız haberlerin altında dolaşan, sonra da "zaten herkes aynı şeyi yapıyor" diyerek kendi sorumluluğumuzu kaydırdığımız parmaklarımıza.
Bir parmak dünyayı uyandırdıysa, bir parmak da bizi yüzüstü bırakabilir.
Tercih parmağı, tembih parmağı, hesap parmağı... Hangi parmağı seçtiğimizin günü bugün.
Cemaat ve fırka... Adları güzel, işleri yarım. Çünkü aşkın bir "biz"e kavuşamadılar.
Kendi şeyhlerimiz, kendi kahramanlarımız, kendi medyamız, kendi tiradımız. "Biz"in içine giremeyen her hakikate sırt döndük.
Herkes cehenneme, fırka müntesipleri cennete! Ne büyük müjde ne büyük tenakuz!
Sanki cennetin kapısında dernek kartı sorulacak. Belki de aidat makbuzuna göre huriler dağıtılacak. On bin lira yatırana kırk huri, beş yüz yatırana iki huri!
Ebu Ubeyde'nin derdi sizin gibi huri pazarlığı değildi. Onun derdi Allah'ın rızasıydı, ümmetin onuruydu, Aksa'nın şerefi idi.
Onun şehadeti, açıklamalarınızın, kürsünüzün, postunuzun toplamından daha hakikiydi.
Yıllardır birbirinizle boğuşuyorsunuz, koltuk, makam, ihale, bağış... Her biriniz, kendi dergahınızı, kendi şeyhinizi, kendi partinizi, kendi derneğinizi "kurtuluş reçetesi" diye pazarladınız.
Ama iş ümmetin derdine, Gazze'nin kanına, Aksa'nın çığlığına gelince hiçbirinizden çıt çıkmadı.
Hepiniz tırtsınız...
Parmağını kaldırdı ve haykırdı Ebu Ubeyde: "Yahudilerle savaşıyoruz, Müslümanlarla imtihan oluyoruz."
Ebu Ubeyde'nin parmağı bir hesap sorma parmağıdır.
"Hani ümmet?" "Hani birlik?" "Hani şehadeti özleyen yiğitler?"
Bütün bunların ortasında hâlâ bir cümle kalbimi tutuyor. "Birinin ölümü, geri kalanların bahanelerini tek tek öldürür."
İsimler geçer, işaret kalır. Etiketler sökülür, şahitlik kalır.
Ve biz, nihayet, bir gün, parmağımızı kendimize çevirip sorarız. "Ben neredeydim?"
Bir parmak dünyayı uyandırdıysa, bir kalp de bizi uyandırabilir.
O kalp, bugün benim-senin göğsünde çarpıyor.
Dinle.
Buradan başla. Buradan yürü. Buradan konuş.
Susman gerekiyorsa sus, ama sustuğunda bile hakikati büyüt.
Ebu Ubeyde öldü, evet. Ama biz yaşıyor muyuz?
Bakın aynaya! O aynada ne görüyorsunuz?
Ceketinizin cebinde aidat makbuzu, duvarınızda liderinizin posteri, elinizde kahve fincanı...
Ve karşınızda, Ebu Ubeyde'nin kefiyesi...
Ebu Ubeyde bir çağrıdır.
Bir şahsiyetin, bir duruşun cisimleşmesidir.
Bir ümmetin onurudur.
O şehit oldu.
Siz hâlâ yaşıyor musunuz, yoksa çoktan öldünüz mü?