Ukrayna-Rusya savaşında cephe, artık sadece karada değil, Karadeniz'in derinliklerinde de kuruluyor. Kefken açıklarında Rus petrol tankerlerinin deniz dronlarıyla vurulması, Kiev'in denizde yarattığı yeni caydırıcılık hattının en çarpıcı kanıtı. Ancak bu hamleler, çatışmanın sadece askeri değil, aynı zamanda küresel ekonomik maliyetini de tırmandırıyor. Ekonomik baskının artması barışı hızlandırır mı, yoksa Moskova'yı daha sert adımlar atmaya mı teşvik eder? İşte tam bu ikilem, diplomasinin neden kilitlendiğini açıklıyor.
Ekonomik ve askeri cephedeki bu baskı artarken, diplomasi masası ise şaşırtıcı bir biçimde tıkanmış durumda. Masaya gelmesi beklenen planlar, tarafların beklentilerini karşılamıyor; bu nedenle süreç, barışa yaklaştıkça uzaklaşan bir döngü içinde ilerliyor.
Son günlerde gelen açıklamalar, bu döngünün neden kırılmadığını daha açık gösteriyor. Kremlin Sözcüsü Dmitriy Peskov, yaptığı açıklamada "Ukrayna müzakereleri geciktirdikçe her gün Kiev için kayıp oluyor" diyor. Bu cümle, Moskova'nın görüşmelerin gecikmesini Ukrayna'nın siyasi iradesiyle ilişkilendirdiğini ortaya koyuyor. Putin ise Ukrayna lideri Zelensky'yi meşru görmüyor. Fakat aynı anda sahada Rus hücum birliklerinin Donbas'ta yeni bir yerleşime doğru ilerlediği haberleri geliyor. Bu iki gelişme birlikte ele alındığında şu soru beliriyor: Eğer Moskova müzakere istiyorsa, neden sahada alan genişletmeye devam ediyor? Yoksa sahada yaratılan baskı, masaya daha güçlü oturmak için taktik bir zemin mi?
Benzer bir karmaşıklık Kiev tarafında da var. ABD'den gelen bir iddiaya göre Vaşington, Ukrayna'ya kalıcı güvenlik garantisi verebilmek için bir barış anlaşmasının imzalanmasını şart koşuyor. Bu iddia doğruysa tablo daha ilginç hâle geliyor: Ukrayna, ABD'den güvenlik güvencesi almadan anlaşma imzalamak istemiyor; ABD ise anlaşma olmadan bu güvenceleri vermeyi riskli buluyor. Böyle bir denklem, süreci hem siyasi hem stratejik olarak kilitliyor.
Bu arada ABD içinden farklı aktörlerin devreye girdiği görülüyor. Trump'ın çekirdek kadrosundan etkili üç isim—Rubio, Witkoff ve Kushner—Ukrayna heyetiyle görüşmeye hazırlanıyor. Bu girişim, resmi diplomasiye paralel bir hat oluşturuyor. Bütün soru işaretlerine rağmen Gazze ateşkesinden sonra Ukrayna barışı mümkün mü? Bu sorular, ABD'nin Ukrayna politikasının iç siyasetten ne kadar etkilendiğini anlamak açısından kritik.
Rusya tarafı ise Cumhurbaşkanı Putin'in yaptığı bir açıklamayla gündemi yeniden şekillendiriyor. Putin, "Ukrayna yönetimiyle anlaşma imzalamanın artık bir anlamı yok" diyor. Putin'ın bu söylemiyle uzun zamandır mevcut Kiev yönetimini meşru bir muhatap olarak görmediğini ima ediyor. Eğer durum gerçekten buysa, barış ihtimali zaten daha en başta daralıyor; çünkü taraflardan biri karşı tarafı masaya layık görmüyorsa, teknik müzakerelerin başlaması bile mümkün olmuyor.
Tüm bu diplomatik düğümlere ek olarak, Batı cephesinde derinleşen görüş ayrılıkları dikkat çekici. Avrupa'nın bazı başkentlerinde savaşı dondurma senaryosu daha yüksek sesle tartışılıyor. Buna karşılık bazı çevreler, savaşın dondurulmasının Rusya'yı ödüllendireceğini ve ileride daha büyük güvenlik krizlerine yol açacağını savunuyor. Ayrıca Avrupa'da SAFE savunma girişimi ve toplanacak parayı düşündüğümüzde savaşın sürmesini isteyen başka cepheleri de ortaya koyuyor. Elbette ayrışma giderek büyüyor ve şu kritik soruyu gündeme getiriyor: Batı gerçekten tek bir hedefe mi yöneliyor, yoksa Ukrayna savaşı artık ABD–AB ilişkilerinin sınandığı bir dosyaya mı dönüşüyor?
Avrupa'nın pozisyonunda enerji bağımlılığının azaltılması, ekonomik yorgunluk, göç baskısı ve iç siyasi dengeler önemli rol oynuyor. ABD ise küresel rekabeti Çin ekseninde okuyor; bu nedenle Rusya'nın zayıflamasını stratejik bir hedef olarak görüyor. Bu iki çerçeve birbirine temas ediyor; fakat aynı hedefe yürümüyor. Bu yüzden Avrupa maliyet üzerinden, ABD ise caydırıcılık üzerinden konuşuyor.
Bu tablo, savaşın neden uzadığı sorusuna farklı bir boyut ekliyor: Savaş, sadece Ukrayna ve Rusya arasındaki bir çatışma olarak mı devam ediyor, yoksa artık Batı içi stratejik önceliklerin rekabet ettiği bir platforma mı dönüşüyor?
Ukrayna sahasında askeri kapasite giderek teknolojiye bağımlı hâle geliyor. İnsansız sistemler, elektronik harp, uzun menzilli ateş gücü... Bunlar artık savaşın kaderini belirleyen başlıklar. Rusya ise üretim kapasitesini genişleterek uzun süre dayanma stratejisi izliyor. Bu karşılıklı adaptasyon, çatışmayı hızlı bir sonuca değil, uzun vadeli bir yıpratma dengesine taşıyor. Bu nedenle sahadaki gelişmeler barışı yakınlaştırmak yerine yeni dengeler üretiyor.
Aslında savaşın uzaması sadece mermi ve mevziyle ilgili değil; pazarlık için elde tutulmak istenen kartlarla da ilgili. Uzun zamandır söylediğimiz gibi her iki taraf da masaya daha güçlü oturmak için mi savaşı sürdürüyor? Savaşın uzamasında Ukrayna'nın iç siyasi dengeleri de rol oynuyor. Toplumun beklentileri değişiyor, siyasi aktörlerin söylemi farklılaşıyor, kurumlar yeni bir normal üretmeye başlıyor. Rusya'da ise savaş, devlet bütünlüğünün bir parçası olarak sunuluyor. Böyle olunca savaş, iki ülkede de dış politikadan çok iç politikayı etkileyen bir unsura dönüşüyor. İç politika sertleştikçe, diplomasi esniyor mu yoksa daha mı katılaşıyor? Bu sorunun yanıtı, savaşın gidişatını doğrudan etkiliyor.
Neticede, bu çok boyutlu krizin cevabı hâlâ aynı temel soruda gizli: Ukrayna cephesinde savaş veya barış, artık Kiev'in iradesinin ötesinde bir hâl aldı. Büyük güçlerin stratejik çıkarları, barışın değil, çatışmanın 'yeni normalini' belirliyor. Bu ortamda, 17 Kasım'da Odessa'da Türk bandıralı LNG yüklü geminin vurulması, savaşın Karadeniz güvenliğine olan tehdidinin asla hafife alınamayacağını gösteriyor. Olası riskler ve gelişmeler, Ankara'yı ateşkes ve barış süreçlerinde daha da aktif kılıyor. Ancak küresel aktörler, kendi stratejik çıkarlarını masanın üstüne koymadan, Ukrayna'da gerçek barışa ne zaman izin verecek?