6 Şubat depreminin yıl dönümüne denk geldi Miraç gecesi... Allah o acıları bir daha yaşatmasın!
İnşallah Miraç'ın anlamı olan bilinçlenmeyi, aydınlanmayı, hakikate yönelmeyi, bundan sonraki işlerimize de yansıtırız da, bir daha bu kadar ağır bedelli bir afetle karşılaşmayız... Deprem, sel, afetler kuşkusuz Allah'ın hükmettiği ve insanların ne kadar küçük ve çaresiz olduklarını fark ettikleri, aslen büyük olaylar... Lakin tedbir almak da hem toplumun, hem de kamu yönetiminin başlıca görevlerinden, sivil toplumu ve profesyonel afetle mücadele ekiplerini, afet hekimliğini de bu genel dayanışmanın içinde zikretmek gerekiyor...
Deprem; Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde 11 ili içine alan 108.812 km2'lik bir alanda etkili olmuştu. Hatay, Adıyaman, Kahramanmaraş ve Malatya başta olmak üzere, Diyarbakır, Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Adana, Elazığ ve Osmaniye'de depremin sonuçları yıkıcıydı, tesiri Lübnan, Filistin, Suriye ve Irak'tan da hissedilmişti... 11 il ve yaklaşık 15 milyon kişi depremden etkilenirken, 14720 arama kurtarma personeli ve 17 askeri uçakla aralıksız süren çabalar neticesinde, enkaz ve göçük altındaki vatandaşlarımızın kurtarılma işlemi gerçekleştirildi. Herhangi başka bir ülkede vuku bulsa belki de tüm imkânların iflas edeceği bir büyük afetti bu...
Dün akşam Miraç gecesiydi ve gönüller 6 Şubat'ın senelik hatıralarıyla kırık döküktü... Miraç'ın yenilik, yolculuk ve uyanışa dair pırıltısı, yepyeni sayfalar açmayı nasip etsin tüm depremzedelerimize. Çok ağır bedeller ödemiş olsak da devlet-millet bütünleşmesiyle göz yaşartıcı bir dayanışma örneği sergilendi ve yıkıntılar üzerine âdeta yeni şehirler, yeniden inşa ediliyor... Türkiye olarak bunun da üstesinden geleceğiz inşallah.
Hz. Peygamberimizin Mescid-i Aksa ile bağlantılı şekilde yaptığı yolculuğun bereketi, asırlardır 'Müslüman dikkati'ni Kudüs'le ve Mescid-i Aksa'yla bağlı kılıyor.
Bu sene Gazze'de yaşanan insanlık dramı ile birlikte düşünüldüğünde, Kudüs ve Mescid-i Aksa'ya bağlı olan gönüllerimiz kan ağlıyor. Gazze'de anne veya babasını tanıyamadan, bombardımanlarla onlardan kopartılmış, yüzlerce bebek, kuvöz sırası beklerken helak oluyor. Süt yok, su yok, yemek yok... Gazze'nin güney kısmında sıkışmış olan halk, Refah sınır kapısı da açılmadığından açlıktan ölmeye başladı... Tonlarca atılan bomba, tonlarca atılan kimyasal silahın ardından, Gazzelilerin açlıktan ve susuzluktan ölümlerini zevkten dört köşe olarak seyreden bir İsrail var karşımızda...
İnsanlık için yüz karası bir durum...
İslam âlemi içinse yüz karasından da ağır...
Bu soykırımın pahalı sonuçları olacak elbette. En önemli sonucu İsrail'in Holokost sonrası elde ettiği münhasır masumiyet karinesinin yerle bir oluşudur. Çünkü Gazze'de öylesine insanlık dışı bir zulüm sergilediler ki, Holokst'u solda sıfır ettiler... Dünya, 'anti-İsrail' pozisyonuna geçti. Bundan sonraki dönemin 'post-Siyonizm' olarak adlandırılacağını söylüyor pek çok yorumcu...
Bir başka sonuç, İslam dünyası gençliğinin Kudüs dikkatinin ve bilincinin artması, yoğunlaşmasıyla ilgilidir. Tam da küreselleşmenin sonucu olarak dini kimliklerin yitikleşmesinden söz edilirken, Gazze'deki soykırımla birlikte gençler kimlikleriyle ilgili özgül ağırlıklarını arttırdılar, arttırmaktalar. Üstelik bu sadece İslam toplumlarında da değil, tüm dünya gençliğinde İsrail karşıtlığına paralel ivme artıran bir sivil tepki dalgası var...
Diğer bir sonuç, Gazze'deki dramlarla ilgili olarak tepki koymak noktasında; yönetimlerle halklar arasındaki ters köşe bağlantısızlığıdır... Devlet başkanları, kabineler, kamu otoriteleri İsrail'in soykırımını sessizlikle karşılar ya da onaylarken, halklar bu vahşete isyan ederek ayağa kalktılar. Özellikle Kıta Avrupa'sında devletle halk arasındaki aks iyice açıldı...
Bu durum, kendisini -uzaklığı hesap ederek- güvende zanneden tüm yönetimleri endişelendirecek kadar önemli ve kitlesel bir olay...