New York Times  (NYT) gazetesinden, 7 Mart günü yayınlanan, ‘Tek  seçiminiz var: Ölümü Beklemek..’ başlıklı uzuuun bir  gözlem yazısının -‘google’un sunduğu, sınırlı-tercümesine göz atıyorum. Bazı  cümleler insanın yüreğine bir kor parçası gibi düşüyor..
Yazıyı kaleme  alan hanımın, Erdoğan-Putin arasında  imzalanan ‘ateş-kes’ anlaşmasının hemen  öncesinde konuştuğu ‘İdlib’li bir  ailenin ferdlerinden bir-kaç cümle:  
*Ailenin reisi Muhammed diyor  ki: ‘Yerinden-yurdundan ayrılmanın ne demek  olduğunu biliyor musun? Sokak  köpekleri gibi kalıveriyorsun ortada..’
*Tek tercih kalıyor  size: Ölümü beklemek..
*Ailenin hanımı söze  giriyor: ‘Çocuklarımız için yıllarca inşa  etmeye çabaladığımız bütün her şeyimizi kaybettik, ‘sıfır’dayız..’
*Söz yine Muhammed’de: ‘Bir taraftan Esed’in askerleri, öte taraftan Rus  savaş uçaklarının bombardımanları ve İran’lı silahlı güçler.. Seraqib’i geri almak için İranlı savaşçıları devreye  soktular. Rusların ‘ateş-kes’i kabul edeceklerini sanmıyorum. Çünkü şimdi  Suriye’de en güçlü durumdalar şimdi, zirvedeler..
Ama, Türkiye de çok büyük  bir askerî yığınak yaptığı için belki  büyük bir çatışmayı göze almayabilir Rusya..’
Söz yine  ailenin hanımında.. ‘Bombardımanlarda en çok da, ‘Ölürsem,  çocuklarım da benimle ölse..’ diye, dua  ediyorum.. Her şeyi  kaybettik, sıfır’ın altındayız.’
Muhammed, çaresizliğin konuşulmasından  rahatsız, ‘Beni utandırma..’ diyerek ondan  alıyor sözü..
Bir beton duvara 100 metre  kadar mesafede bir yerde kurmuşlar çadırlarını.. Her  taraf çamur ve lağım artıkları.. Bir çadıra 4 aile sıkışmış  vaziyette.. Ailenin hanımı, ‘Burayı da bombardıman etmezler  mi? diye soruyor.
Muhammed, ‘Hayır.. Çünkü duvarın  hemen ötesi Türkiye..’ diyor. 
***Evet, Türkiye- Rusya  arasında, Suriye’de, Esed rejiminin ve müttefiklerinin saldırı  ve zulümlerinden kaçmaya çalışan 3 milyondan fazla insanın  yığıştığı İdlib etrafındaki silahlı çatışmaları durdurmak için  varılan ‘ateş-kes’ anlaşmasının hemen  öncesinden bir küçük kesit..
Ve o sırada Türkiye en ağır  silahlarla donatılmış kara birliklerini bölgeye yerleştirmiş; Başkomutan  Erdoğan’ın, dünyaya, ‘Eğer bu saldırılar  durmazsa, müdahaleden başka çaremiz kalmadı..’ mesajını fiîlen verdiği bir  hassas an.. Karşı tarafta da Putin’in en yakınındaki resmî sözcülerinin,  bir taraftan, ‘Türkiye  askerî birliğine saldırılmasında kendilerinin bir dahlinin olmadığını, ayrıca Türkiye’nin  kendilerine, askerlerinin bulunduğu konumu bildiren bir haber  vermediğini ve Suriye rejiminin de o bilgiden haberleri  olmadığı için yapılan o saldırıdan üzgün olduklarını’ belirtmesine  rağmen; bir taraftan da, ‘Suriye’de, Rusya’dan başka askerî güç bulunduran bütün  ülkelerin uluslararası hukuk açısından haksız bir konumda olduklarını, Soçi Mutabakatı’nın da  artık masadan kalktığını’ dile getirdikleri; yani,  Türkiye’yi de haksızlıkla suçladıkları açıklamalar..
Amerika ve onun sivri mızrağı konumundaki NATO ise, ‘müttefikimiz olan Türkiye’yi destekliyoruz..’ mesajlarıvermekte.. 
***• Satrançta  elbette herkes kendi kozlarını kullanır
Ama, AB ve NATO’nun  desteği nasıl bir destek? 
‘Türkiye’ye  hava savunması desteği vermeyeceğiz..’ açıklaması.. Tam da,  Erdoğan’ın, ‘hava savunma desteği zaafımızın olduğu’nu açıklamasından  hemen sonra..  Yani, ‘Kendi başınızın çaresine  bakın.. NATO sizin değil, siz NATO’nun jandarmasısınız..’ mesajını ısrarla  anlatmaya çalışmalar.. 19. Asırdaki ‘Vahşî Batı’nın günümüzde  hortlayan bir kovboyu görünümlü Trump’ın ise, ‘Savaşsınlar.. Savaştıralım, sonra ayırırız, sahneye  kurtarıcı olarak çıkarız, kötü mü?’ mesajını vermekte  olduğu hassas bir an..
İran ise, ‘Türkiye  askerî birliğini Suriye rejimi değil, Rusya vurdu.. ‘  görüşünü dile  getirerek, Türkiye’yle  Rusya arasındaki soğukluğu arttırmak ve Esed rejimini de temize  çıkarmak hesabıyla, bir müttefikini kurtarmak çabasında..
***Böylesine bir tabloda.. Eğer, diplomatik bir çözüm bulunmazsa, askerî çözümden başka bir  yol kalmadığının kararlılığını ortaya koyan Erdoğan’a karşı.. Merkel Almanyası ve Macron Fransası da devreye girmek  ve 4’lü bir müzakere masasına oturarak pastadan bir pay kapmakarzularını dile  getiriyorlar. Önce Erdogan da ‘Olur..’ diyor, Putin de..  Ancak hemen arkasından, Putin, ‘Bu  müzakereleri ikimiz arasında yapalım.’ fikrini ortaya  atıyor, muhtemelen, bu ihtilafta onların da sözsahibi olmak  istemelerine engel olmak istiyor. 
***Bu  tabloyu gözönüne almadan, ‘Moskova’daki  görüşmeden ne elde edildi? Hani, oraya giderken kesin sözler  söyleniyordu, n’oldu?’ gibi  laflar edenler, savaşı, ‘çelik-çomak oyunu’ zannedenler  olup, masabaşında ürettiklerini diplomasi zannedebilirler.. Hani, Voltaire’in, ‘Hepimiz, büyük  savaşlar yaparız, şanlı zaferler elde ederiz, görkemli barış  anlaşmaları imzalarız..’ gibi sözleri sıraladıktan sonra, ‘Tabiî, savaş meydanlarında değil, sosyete salonlarında, siyaset  kulislerinde, masabaşlarında dedikodular yaparak…’ diye  düştüğü bir  not vardır ya, işte öyle bir durum..
***Bu açıdan bakıldığında, bir ay  kadar öncelerde, (5 ve 7 Şubat günlerinde), (‘Suriye  ve Türkiye Sürtüşmesi’nin savaşa dönüşmemesi temennisiyle..) başlıklı iki  yazı yazdığım zaman, ‘Mevcud durum zâten savaş  değil mi?’ veya ‘İdlib’de olanları  görmüyor musun ki, hâlâ savaşa dönüşmemesi temennisinden söz ediyorsun..’ diyenler oldu. 
Halbuki, o zaman da, son âna kadarki  askerî karşılaşmalar da bir ‘savaş hali’  değildi  ve bir sürtüşmeydi; ama, bir  savaşla noktalanabilirdi. Başkan Erdoğan, bu dönüşü  olmayan yola girilmemesi için bütün mâkul yolları,  kendi halkının temel değerlerine zarar vermeyecek bir dikkat  içinde denedi ve bunu muhatabına da hissettirdi. 
Bir görüşme  masasına taraflar sadece kendi görüşlerini dayatmak için değil,  ‘uzlaşmak’ niyetiyle gidiyorlarsa; elbette ki bir takım uzlaşma  noktalarını zihinlerinde önceden hesabetmişler demektir. Aksi  halde, o masadan teslim almış veya olmuş veya savaşa girmiş olarak  kalkılırdı. 
• Ekranlarda  savaş nâraları atan tartışmacılara, 
‘Buyrun, önce  siz..’  demek gerekir herhalde..
Moskova görüşmelerinde böyle bir şey  olmadı ve yaşanan sürtüşmelerin bir sonraki  merhalesinin kaçınılmaz olarak savaş olacağı taraflarca idrak  olundu. Ve Putin, Suriye’de hiç olmadığı kadar güçlü olduğu  halde, kendi kazançlarını tehlikeye atmak istemedi; doğruluğu tartışılsa  bile, ‘Türkiye’nin askerî kayıpları için üzüntülerini ve kendilerinin  de bilgilerinin olmadığını’ filan  söyledi.. Yani, Moskova’da taraflar kalblerinde her ne  gibi emeller ve duygular taşımış olurlarsa olsunlar, akl-ı selîm ile  hareket ettiler.
Yoksa, o müzakere  masasından başarısızlıkla dönülseydi, bir savaşa girilirdi  ki, her gün binlerce askerin kaybedildiği bir noktaya varılması da  kaçınılmaz olurdu. Bu satırların sahibi, İran-Irak  Savaşı’nda her iki tarafın da bazı muharebelerde, bir  günde 3-4 bin asker kaybı verdiğini bizzat yaşamıştır. Öyle  ki, o noktada artık insan kaybı, sadece bir istatistik mevzuu olur; başlangıçta  40-50 asker diplomatik mes’ele olurken..
Ekranlarda çizmelerini  giymiş, miğferlerini başlarına geçirmiş olarak hayâli cephelere doğru zafer içinde koşar  adım gidiyor havasındaki ‘sivil general’lerin heyecanlı  nutukları bir tarafa.. Erdoğan da, Putin de en azından bu merhalede, neler getireceği  meçhul olan bir savaş ilânının felâketlerinden sadece  ülkelerini ve Ortadoğu’yu değil, belki bütün dünyayı da  kurtarmışlardır. Bunu, bu anlaşmanın imzalanmasından sonra Trump’ın, ‘Bırakılsaydı  da Türkiye ve Suriye savaşsaydı..’ şeklindeki hayıflanmasından  da çıkarabiliriz.
***