Birleşmiş Milletler Genel Kurulu dolayısıyla Başkan Erdoğan'ın, BM merkezinin bulunduğu New York'a gidişi ve orada Filistin /Gazze Meselesi başta olmak üzere, bütün dünyayı ilgilendiren hemen her konuda, Türkiye'nin yaklaşımlarını çok sarih / net olarak ortaya koyan konuşmalar yapmasını bile görmeyen ya da görmek istemeyenlerin olmasını yadırgamamak gerekir. Her durumda, ne olursa olsun, mantıkî bir temeli bulunsun veya bulunmasın, eleştirecek kişi veya gruplar daima bulunur.
Okuyucuların tahmin edebileceği bazı particiklerde kendilerine bir yer bulmuş bazı tipler, geçmişte, Müslüman halkımızın taleplerinin devlet yönetiminde makes bulmasını, yankılanmasını, siyaset sahnesine taşımaktaki hizmetlerinden dolayı muhabbet besledikleri bazı merhum şahsiyetleri siper edinerek, öyle yorumlar ve suçlamalar yapıyorlar ki, ortaya çıkan tabloyu Erdoğan bilmiyormuş gibi..
Böyleyken, bazıları, hâlâ, 'Gazze Trajedisi'ni baştan sona planlayıp destekleyen Trump gibi biriyle ne diye görüştü..' diye bir takım süflî paylaşımlar yaparak Erdoğan'ı suçlamaktalar..
Gazze cinayetini işleten, Netenyahu'yu, 'Ben işbaşı yapıncaya kadar işini çabuk bitir!.' diye teşvik eden, 2016-2020 arasındaki Başkanlığı sırasında da Amerikan Elçiliği'ni Tel-Aviv'den Kudüs'e taşıyan, Haziran-1967'deki '6 Gün Savaşı' öncesinde, Suriye'nin buğday ve su ambarı olarak bilinen Golan Tepeleri'ni, 'aradan 50 yıl geçti, orası artık İsrail'indir..' diye siyonist rejime bağışlayan ve, 'Yahudilere hiç bir Başkan benim kadar hizmet etmemiştir..' diye gururlanan bir 'Trump ile görüşmek, nasıl kabul edilebilirmiş?!.' gibi değerlendirmeler, savaşın ne olduğundan habersiz bazı safdil kesimler ve kimseler arasında, yazık ki 'geçer akçe'.. O kesimler, diplomasinin 'silahsız savaş' olduğundan; kezâ, dünya siyaset literatüründe, askerî savaşın da silâhlı olarak yapılan diplomasi olarak anlaşıldığından habersizler.. Ve bildikleri sadece, ne pahasına olursa olsun, silahlı bir savaşa girilmesi isteği.. Buna karşı, Başkan Erdoğan'ın tutumu ise, çeyrek yüzyıl önce ilân ettiği 'Dikleşmiyeceğiz, ama, dik duracağız..' ilkelerine göre şekillenmiyor mu? Ve hatırlayalım, beşer planındaki aslî rehberimiz olan Hz. Peygamber (S) de, henüz Mekke ve Medine gibi iki küçük noktadayken, Bizans ve Sasanî İmparatorluğu gibi, o dönemin 2 süper gücüne de elçiler ve mektuplar göndermiyor ve süresi, 10 yılı aşmayan sulh anlaşmaları imzalamıyor muydu?
İslam'ın ilk asrındaki büyük önderlerinden birçoğuna atfedilen ilginç bir söz de var..
Bir mecûsî / âteşperest gelmiş, bir Müslüman önderine.. İslam hakkında bilgilenmek istemiş.. O büyük zât'a, etrafındakiler, 'O, mülhid /Allah inancı olmayan birisidir.. Onu huzurunuza kabul etmeyin..' deyince, 'Biz Allah'ın dinini, İslam'ı , Müslüman olmayanlara tebliğ etmiyeceksek, kime edeceğiz?' der..
Yavuz Sultan Selim'in de, Mısır Seferi'nde mağlub edip esir olarak huzuruna getirilen Memlûk Sultanı Tomanbay'la idamından önceki konuşması sırasında, 'yenilginin sebeplerini düşündün mü? ' diye sorması karşısında, Tomanbay'ın, 'Sizin toplarınız müteharrikti, hareketliydi, her tarafı topa tutabiliyordunuz; bizim toplarımız ise, hareketsiz olduğunda, sizin ordularınız karşısında toplarımız çaresiz kalıyordu..' şeklinde açıklama yaptığı rivayet olunur. O zaman, Sultan Selim de, 'Toplarımızın müteharrik olduğunu bildiğiniz halde, karşımıza nice çıkmıştınız?' dediği zikredilir.. Aynen öyle olup olmadığı ayrı bir konu, ama, mantıken sorulması gereken bir değerlendirmeyi bugüne de tatbik edebiliriz.
Evet, özellikle cami civarlarında, yaşlı insanlarımızın, tarihte kalmış cihad sahnelerini hayal ederek heyecanlandıkları ve ama, bugün neyin, nasıl yapılacağından habersiz , gelişi-güzel konuşmaları , safdil insanları da yanıltabildiğinden, ağır bir vebali de getirir. Bu satırların sahibi, Başkan Erdoğan'ın, attığı her adımda, hele de Gazze Trajedisi'nin başından beri Müslüman halkları ve onların başındaki Hükûmetleri ve Meclis'lerini, 'Bugün birlik olmayacaksak, ne zaman birlik olacağız?' diye feryad edercesine bir uslûb ile uyandırmaya çalışan bir kimse olduğunu defalarca müşahede etmiş birisi olarak, aynı durumu BM Genel Kurulu'ndaki son konuşmasında da gördük. Buna rağmen, o safdilce yorumları yapanların sözde derin sohbetleri karşısında, birkaç cümleden sonra susmayı tercih ve Allah'u Teâlâ'dan hepimize insaf, basiret ve feraset niyaz ediyorum.
*
NOT: Büyük bir fikrî aksiyon eylemcisi ve hele de son 100 yılımızın iç siyasetinde Müslüman halkımızın maruz kaldığı ihanetleri teşhis ve tesbit konusunda cesur beyan ve hitaplarıyla nicelerimizi uyandırmaya çalışan şair Yavuz Bülent Bakiler ağabeyimizin dün sabah, ebediyet âlemine doğru yeni ve sonsuz bir yolculuğa çıktığının haberini aldım. Onun hakkında ayrı bir yazı kaleme almayı ümid ediyorum.
Bugün, İkindi namazından sonra, Üsküdar -Bağlarbaşı'ndaki İlâhiyat Fakültesi Camii'nden ebediyet yolculuğuna uğurlayacağımız merhûm Yavuz Bülent Bakiler'in sanat gücünü hele de son zamanlarda inandığı değerlerin emrine daha bir tahsis ettiğine şahit olarak, ona, 'Rahmet-i ilâhî'nin yoldaş olmasını niyaz ediyorum.
*