Bildiğiniz gibi artık çevirmen diyorlar mütercime. Hatta benim de tercüme serüvenimi anlattığım "Çevirmen" adlı bir kitabım var. Orada yazdığım bir anekdotu burada da zikretmek istiyorum. Fakültede Arapça dersinde, Türkçedeki Arapça ve Farsça kelimelerin ayıklanıp yerlerine "Öz Türkçe" kelimelerin kullanılmasını savunan akıma fena halde kızan ve bu çabaya "uydurukçacılık" adını veren bir hocamız vardı. Bir derste nasıl olduysa "mütercim" yerine "çevirmen" deyiverdim. Erzurum şivesiyle "ola çevirmen ne kelime?" dedi. Arapça gramerinde bir kelimenin veznini, kalıbını öğrenmek için "ne kelime?" diye kalıp bir soru var. Ben cevap vermeye fırsat bulamadan bir sınıf arkadaşım "değirmen veznindendir hocam" dedi de sınıfı kahkahaya boğdu.
Yıllar geçti üzerinden. Tabi çevirmen ile değirmen arasında arkadaşımın söylediği türden bir lafız yakınlığı, akrabalığı yok ama geçen yıllar, aralarında işlev akrabalığı olduğunu gösterdi bana. Çevirmen, kelimeleri değirmen gibi öğütür de ondan. Bu arada unvanlar fezasında da çevirmen un ufak görülür.
Biliyorsunuz insan beyni değirmene benzetilir. Okumak, eğitim almak, gözlem yapmak suretiyle içine öğütülecek malzeme atılmazsa, tıpkı boşa dönen değirmen taşı gibi kendi kendini yer bitirir, derler. O yüzden beyin değirmeninin boşa dönmemesi için her zaman kelimeler, anlamlar, kavramlar atılmalıdır içine ki hayatta işe yarayacak neticeler elde edilsin. Arpayı, buğdayı vs. una dönüştüren değirmen gibi. Kendimden biliyorum, çevirmenin değirmeni boş dönmez, amenna. Çünkü çeviri aynı zamanda bir okuma biçimidir, hem de esaslı ve ağır bir okuma.
Herkesin göze alamayacağı kadar külfetlidir aynı zamanda. Hele benim gibi meslek edinmişseniz, geçinmek için çırpınıp durursunuz. Vakıa beyin değirmeni boşa dönmez çevirmenin, ama mutfaktaki kazanın boşa yakın olması vakayı adiyedendir. Bir keresinde her sene iki üç kitap yazan ve Arapçayı da iyi bilen velûd bir yazarımıza sormuştum, "Hiç çeviri yapmayı düşündünüz mü?" diye. "Bir kitap çevirene kadar üç kitap yazarım" demişti, küçümseyici bir bakış attıktan sonra.
Benimkisi mecburiyetten. Yapacak başka iş bilmiyordum. Demem o ki çeviri az biraz dudak bükülen ve bir şekilde bulaşanın ilk fırsatta bol ünvanlı, yağlı makamlı konumlara kapağı attığı bir uğraşı olarak algılandı piyasada. Bir yayıncı, "benim gözümde bir çevirmen ile bir top kağıt arasında herhangi bir fark yok" demişti gözlerimin içine bakarak. O yüzden akademi camiasında tercümeye pek itibar edilmez. Bildiğim kadarıyla akademik atıflarda tercüme dikkate de alınmaz, puan getirmez. Böylesine zor ve de itibar atfedilmeyen bir meslek.
Oysa tercüme, insanlığın sahip olduğu düşünce müktesebatının esasıdır. Tercüme derken sadece bir dilden başka bir dile düşünce aktarımını kast etmiyorum, telif bile müellifin zihninde geçenleri konuşma diline tercüme etmesinden ibarettir. Hatta rivayete göre Tolstoy "ilk mütercimler peygamberlerdir" demiş. İlahi vahyi insan diline aktardıkları için. Kuşkusuz peygamberlerin mal mülk miras bırakmamaları gibi tercümenin de bir getirisi yok. Ama bu, zihin dünyasını mamur eden fikirlerin en başta gelen kaynağı olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmaz.
Ayrıca ülkemiz konumu gereği bir tercüme ülkesi. Batıdan, doğudan, kuzeyden ve Arap aleminden yapılan tercümelerle beslenir entelektüellerimiz, sıradan okurumuz. Batılılaşma serüveni bağlamında kesintisiz bir tercüme akar Batıdan zihin iklimimize yüzyıllardır. Arap aleminden ise hiç kuşkusuz İslam ortak mirasımızdan dolayı herhangi bir konjonktüre bağlı olmadan sürekli olarak tercümeler yapılır. Son yıllarda bazı Arap ülkeleri çeviri faaliyetlerini teşvik etmek maksadıyla Arapçadan yapılan çevirilere ödül vermeye başladılar. Birkaç yazıdır sözünü ettiğim gibi bendeniz de bu sene Katar'da ödüllendirilenler arasında yer alıyordum. Ödül töreni sırasında ülkemizden çok sayıda akademisyenin ödül aldığını görünce gözlerim yaşarmıştı. Ortamın duygusal boyutu tavan yapmıştı anlayacağınız.