Mevcut demokrasi tanımlarından birinin de şu olduğu söylenir: “Demokrasi hazım rejimidir...”
Demokrasi, evet, aynı zamanda hazım rejimidir.
Kazanabilirsiniz.
Kazanmayı bilmek ve sonucu hazmetmek önemlidir...
Bu cümleden olarak, kaybetmeyi bilmek ve sonucu hazmetmek, daha da önemlidir.
Kronik “kazananlar”, bunu “doğal ve olması gereken bir sonuç” olarak karşıladılar. İşi nümayişe ve şımarıklığa dökmediler. Gadre uğradıklarını düşündükleri halde bile, buradan ekstra bir taşkınlık çıkarmadılar.
Gadre uğradılar da ayrıca...
Sistematik bir itibarsızlaştırma kampanyasıyla karşı karşıya bırakıldılar: “Seçimi göremeyecekleri, altın yüklü helikopterle Malezya’ya kaçma hazırlıkları yaptıkları, akıbetlerinin Menderes gibi olacağı, rahat yüzü göremeyecekleri ve sürüne sürüne ölecekleri” yazılıp çizildi.
Biri de, mütemadiyen, “Yargının buz gibi aklını” hatırlattı...
Gidip, kendilerini yargının buz gibi aklına teslim etmeliydiler...
Nasılsa “adaletin keskin kılıcı inecek, bazı başlar düşecek”ti... İyisi mi şimdiden kafalarını giyotine uzatmalıydılar.
Böyle şeyler yazıldı...
Siz kazananların yerinde olsanız, bırakın seçim sonuçlarından taşkınlık çıkarmayı, seçmenden aldığınız vizeyi intikam sopası gibi dolaştırırdınız ve haklı da görülürdünüz.
Bunu yapmadı adamlar... Sessizce, olgunlukla karşıladılar sonucu... Daha çok, “Seçim bitti, şimdi işimize bakalım” havasındaydılar...
Kronik kaybedenlere gelince...
Hep kaybediyorlar... Hep kaybedecekler...
Bu konuda hatırı sayılır bir tecrübe edinmiş olmalarına rağmen, bir türlü “kaybetmeyi öğrenemediler” ve galiba öğrenemeyecekler
Hayır, “Sandıklar çalındı... Çöpten oy pusulaları çıktı... Elektrikler kesildi” itirazlarından söz etmiyorum.
Bunlar oldu...
Böyle şeyler hep olur... Sandıklar çalınır, çöpten oy pusulaları çıkar, elektrikler ya da sular kesilir... Hülasa, gündelik hayat içindeki aksaklıklar seçim günlerinde de yaşanır.
Fakat bu seçimde farklı bir şey oldu:
Mahut aksaklıklar ve vakayı adiyeden sayılması gereken olaylar, bu seçimde “kazananların” aleyhinde bir durum oluşturdu. Yani, seçim ve sandık hilelerinin zararını, en çok “kazananlar” gördü. Geçelim...
Niçin mi kaybetmeyi bilmiyorlar?
Kaybetmek istemiyorlar... Tarihsel bir meşruiyetten geldiklerini düşündükleri ve “haklı bir pozisyonda” bulunduklarına inandırıldıkları için, seçimleri “haklılıklarının sınandığı” olağan dışı bir hadise olarak görüyorlar.
Bu nedenle, ortaya çıkan sonucu Türk halkının cahilliğiyle, eğitimsizliğiyle, kısa boylu olmasıyla açıklıyorlar...
Sandıklar açılır açılmaz, hemen Aziz Nesin’in sözünü hatırlıyorlar... “Dağdaki çoban” örneğine başvuruyorlar... “Sandık başında bir sürü okuma yazma bilmeyen insan gördüm, bilmem ki bunlar nereye oy attılar!” diye şekvada bulunuyorlar...
Kaybettiklerini bilmedikleri gibi, bazen kaybettiklerinin farkında bile olamıyorlar.
Kemal Kılıçdaroğlu, mesela, kendi ilinde kaybetti...
Bir Kürt ve Alevi olarak, Kürt ve Alevi çoğunluğunun yaşadığı Tunceli’yi BDP’ye kaptırdı.
Sadece belediye başkanlığını kaybetmedi.
Kendisini var eden birtakım “hassa”ları kaybetti ve bunun farkında bile değil...