Bir tarafta siyaset, futbol, magazin... Bunlar olmadan haber üretilemiyor, gündem belirlenemiyor.
Öte tarafta sekülerlik ve mâsivâ hırsı yüzünden her hamle, ideolojik fırında pişirilmeden sofraya servis edilmiyor.
Ateş ölçer gibi "dinsel tonlama" ölçülüyor. İdeolojik radarlar devrede.
Eğer dinin varlığı sezilirse... Panik butonuna basılıyor.
Laikler, Kemalistler, Atatürkçüler ve seküler hat...
Zihinlerini hiç terletmeden, vicdanlarını hiç yormadan "ezber"le yaşıyorlar.
Fikir üretmek yok. Akıl stratejisi yok.
Zira akıl yürütmek farkındalık ister...
Malum, sonuç "insanca" çıkabilir. Allah korusun!
"Millet mi dedi o?" Haydi o halde saldır, linçle...
"İslami bir kavram mı kullandı?" Yere yatır, parçala...
"İktidarla düşünceleri mi benzeşti!" Kirli çamaşır sepeti neredeydi ya?
Gazze'de ölenler Müslüman mıymış? İsrail hakkını savunuyor ama...
Birinci olan İmam Hatipli mi? Köylü bunlar yahu...
SİHA'yı değerlerine sahip bir vatan evladı mı yapmış? Damat olmayaydı yapamazdı...!
Batıda Hristiyanlar, Gazze'de ölen çocuklar için eylem yapıyorlar, meseleye insani bakıyorlar.
"Yok yahu, yanlışınız vardır. Hristiyan böyle bir yanlışa düşer mi?"
Kin ve nefretlerinden dolayı insancıl olmayı nedense akıllarına getiremiyorlar.
Bu cins, kötülüğü tanımlar gibi tanımlıyor Müslümanı.
Müslüman'ın marifeti, onların kâbusu.
Öyle bir körlük ki bu...
Siyonist dostu bir İslam ve vatan düşmanının boşluğuna konuşmak akıllı işi midir? Normal şartlar altında deli derler, değil mi?
Ağzında kuş olsa, kanadında kusur arayanlar, maşayı tutan elin değil, maşanın ucundaki közün haysiyetine sahip bile değildir.
Bir türlü "insancıl" olamıyorlar...
Oysa...
Normal şartlar altında insana da benziyorlar.
Diğer cephe mi?
Hamasetle giydirilmiş cehalet, sloganla mayalanmış taassup...
Adalet, liyakat, hakikat gibi kelimeler yalnızca hatıra defterlerinde yazılı.
Herkes kendi kabilesine göre "doğru" tarif ediyor.
Bir adamın adil olup olmadığı değil; hangi dergâhta, hangi postun önünde eğildiği mühim.
İslam bir inanç sistemi olmaktan çıkıp, ideolojik etiketin arka fonu hâline gelmiş.
Bazısı "konforlu İslam" icat ederek her isteğine cevap veren "evcil bir din" derdinde, bazısı "post-İslamcılık" oyunuyla görünüşü Müslüman, derdi dünya.
İslam'a mugayir hallerini kabul etseler, vicdanlarıyla yüzleşmek zorunda kalacaklar.
En iyisi, dini eğip büküp nefsin şekline sokmak!
Bir türlü "İslamcıl" olamıyorlar...
Oysa...
Normal şartlar altında Müslümana da benziyorlar...
Seküler-Kemalist-Siyonist kültürel hegemonya, bu iklimin ana atmosferi.
Bu hegemonya, başörtüsünü taşrada, İmam Hatipliliği varoşta, camiyi ise sadece "cenaze mekânı" olarak konumlandırdı.
Toplumun "merkez"i olarak tanımlanan ve kabul ettirilen bu sınıf, aklın ve ilerlemenin sahibi ilan edildi. Oysa en akılsız olan sınıftı.
İslami kimliği kamusal hayattan sürgüne gönderen bu anlayış, Müslümanı "öteki" değil, "tehlikeli" olarak kodladı.
Ve "sosyolojik dışlamaya" maruz kalan Müslüman'ın başarısı, sistem hatası kabul edildi.
Dindar, yoksul, yerli, millî...
Bunlar medya dilinde ya karikatürleştirildi ya da kriminalize edildi.
Medya, seküler zümre için İslami olan her şeyi "arkaik", "çağdışı" ve "komik" ilan etti.
Uzun süredir, baskı karşısında direnen bir inanç topluluğu olmayı başaran Müslümanlar ise, rahatlık karşısında direnme reflekslerini kaybettiler.
Travmaların rövanşını alıp tedavi olmak yerine, sınıf değiştirmeye odaklandılar.
Dün başörtüsü için meydanlarda direnenler, bugün plazalarda "mütedeyyin sekülerliğe" evrildi.
Liberal, seküler, konformist ve bireysel olma telaşındalar.
Zamanında "sosyolojik dışlama" ile mücadele edenler, "sosyolojik yozlaşma" virüsüne yenik düştüler. Konforu riske atacak her direniş tehlike sayıldı.
İşte bu yüzden...
İnsana benziyorlar ama insancıl değiller.
Müslümana benziyorlar ama İslamcıl değiller.
Normal şartlar altında birçok kişi, gerçekten insan ve Müslüman olabilirdi.
Ama şartlar anormalleşti...!