Sosyo-politik düzenlerde bazı semboller, zamanla biriktirdikleri anlamın ötesine geçer.
Bir kürsü...
Bir cübbe...
Bir vaaz...
Bir üniversite amfisi...
Bir yumurta...
Bugün yaşadığımız tartışma, semboller üzerinden verilen derin bir çatışmanın dışavurumudur. Ve bu çatışmanın merkezinde bir kişi değil, bir dünya görüşü, bir sosyolojik fay hattı var.
Boğaziçi Üniversitesi'nde yaşanan gelişmeler, yalnızca bireysel bir protesto meselesi değildir. Belli bir zihniyetin "seküler, sol, laik, ulusalcı, kültürel, Kemalist, Atatürkçü, elitist" zümrenin mevzi kaybetme refleksidir.
Uzun yıllar bu ülkede bazı kurumlar, birer "ideolojik karantina alanı" olarak işlev gördü. Üniversiteler, yüksek yargı, bazı medya organları ve belirli sivil toplum ağları...
Boğaziçi Üniversitesi de bu zihniyetin gözünde yalnızca bir eğitim kurumu değil, seküler bir ideolojik tapınaktır.
Ve o tapınağın mihrap taşına bir hoca dokundu.
Nureddin Yıldız hakkında sosyal medyada ve bazı haber sitelerinde yürütülen sistematik linç, salt bireysel bir nefretin değil, örgütlü bir değer savaşının parçasıdır.
Gerekçe uydurma.
Mana çarpıtma.
Siyak-sibak cellatlığı.
Odatv-Sözcü-Cumhuriyet-Tele1-Halk TV türü, mebzul miktarda batıcıl, az miktarda gazetecilik içeren mecralar yine tekmili birden sahnede.
Peki neden?
Çünkü Boğaziçi bir tapınak ve düşüyor.
Size göre iffetli bir kadın gericidir,
Mesture bir anne tehdit unsurudur,
Dindar bir akademisyen kara büyücü gibidir.
Ama LGBT yürüyüşünü "özgürlük",
Camiye edilen hakareti "eleştiri",
Müslüman bir hocanın susturulmasını "kamu vicdanı" diye pazarlarsınız.
1920'lerde matbaada bastığınız nefret, hâlâ aynı kokuyla çıkıyor.
Bu medya gruplarının ortak özelliği, dini değil; İslam'a aidiyeti olan her figürü sistematik bir şekilde itibarsızlaştırmaya çalışmalarıdır.
Bunlar, oruç haberlerini "gıda krizi" gibi sunan zihniyet,
İftar çadırlarını "irtica kampı" diye yaftalayan zihniyet,
Camide namaz kılan çocuğu "gerici" diye haberleştiren zihniyettir.
Hurafeci, söyledikleriyle Müslümanlara zarar veren bir hoca, ya da İngiliz ve terör çetesi İsrail marifetiyle çenesine sakal, başına sarık takılan misyonerlerden biri orada olsaydı, bu kesim yine aynı tepkiyi verir miydi?
Hayır.
Bir üniversite öğrencisi, ideolojik bir motivasyonla hocaya yumurta atıyor/attırılıyor. Yüzeyde bir "protesto" gibi durabilir. Ama derinde, bu refleks; laik vesayetçi zihnin hâlâ üniversiteyi kendi ideolojik mülkü olarak görmesinin ürünüdür.
İşte yumurtanın hikmeti burada başlar.
Bu hadise, laik ve Kemalist ve dahi dinsiz tayfanın tepkisel psikolojisini deşifre ediyor.
Dinden değil, dindar öznenin özgüveninden ürküyorlar.
İnançtan değil, inançlıların kamusal alandaki meşruiyetinden nefret ediyorlar.
Bu refleks, sosyolojik olarak bir tür "ideolojik panik"tir.
Ve bu panik; yumurtayla, tweetle, haberle bastırılmak isteniyor.
Nafile.
Nureddin Yıldız'ın şahsında dönen tartışma; bireysel bir linçten çok, bir sistemin can havliyle kıvranışıdır.
Hocanın orada konuşması değil, Boğaziçi'nde artık onların konuşamaması kudurtuyor.
Medya bu yüzden saldırıyor.
Akademi bu yüzden çırpınıyor.
Troller bu yüzden köpürüyor.
Ey batıdan ithal fikirlerin bekçiliğini yapan 'aydınlar',
Boğaziçi'ni LGBT laboratuvarına çeviren akademik cüzzamlılar,
Anadolu irfanına küfreden fikir fukaraları,
Yüz yıl boyunca bu milletin kalbine laiklik diye kelepçe taktınız.
Namaz kılanı aşağıladınız.
Başörtülüyü sınıftan attınız.
Cübbeyi sadece yargıya layık gördünüz.
Ama şimdi...
Bir hoca çıktı.
Tapınağınızda zehirli kodlarınızı kurcaladı.
Onun kişiliğine değil, temsil ettiğine düşmansınız.
O kürsüde duran adam, gençleri Kur'an'la buluşturduğu için size batıyor.
Onu dinlemeye gelen gençler, sizin Zizek'li, Derrida'lı konferanslarınıza gelmediği için çıldırıyorsunuz.
Çıldırın.
Bu nesil, sizin ideolojik DNA'nızı reddediyor.
Bu millet müsteşrik seviciliğinize, batı özentiliğinize, ahlak düşmanlığınıza tiksintiyle bakıyor.
Mesele, düşen kalelerinizdir...