Geçenlerde bir televizyon programına konuk olmuştum ve program çerçevesinde Kürtlerin tek parti yönetimi döneminde yaşadıkları mağduriyetlere ilişkin sorulara elimden geldiğince kısa cevaplar vermeye çalıştım. Oysa mağduriyetler programlara, ciltler dolusu kitaba sığmayacak kadar çoktu ve seyircinin de ilgisini çekerdi. Ama ben mağduriyetten, daha doğrusu mağduriyet edebiyatından endişe ederim. Özellikle mağduriyet edebiyatı ölümcül bir hastalıktır. Bu yüzden yüz senedir mağduriyetin envai çeşidini tatmalarına rağmen, Kürtlerin mağduriyet edebiyatından fersah fersah kaçınmaları gerekir. Mümkünse yaşadıklarını akıllarına bile getirmemeleri lazım. Denebilir ki eski mağduriyetler anlatılmaz, gündeme getirilmezse yeni mağduriyetlere zemin hazırlanmış olur. Kuşkusuz, bazı talepler de bu düşünceye dayalı olarak dile getirilebilir. Fakat hangi gerekçeyle olursa olsun mağduriyet edebiyatı insan toplulukları üzerinde ölümcül bir etki bırakır ve hatta mağduriyet edebiyatı ile elde edilen haklardan herhangi bir hayır da görülmez.
Çağdaş dünyada, kendilerini uğradıkları mağduriyet üzerinden yeniden üreten iki topluluk var ve her iki topluluğun ulaştıkları sonuçlar farklı da olsa, mağduriyetin ölümcül etkisini yaşıyor olmaları bakımından aralarında herhangi bir fark yoktur. Çünkü mağduriyet edebiyatı ya korkunç bir intikam ve ölüm makinesine dönüştürür veya bir toplumu yaşayan ölüler haline getirir. Bunun en somut örnekleri Yahudilerin ve Ermenilerin durumudur.
Yahudiler iki bin yılı bulan sürgün edilmişlik mağduriyetlerine bir de ikinci dünya savaşı şartlarında Almanya'da uğradıkları soykırım mağduriyetini de ekleyince buna dayalı olarak korkunç bir mağduriyet edebiyatı geliştirdiler. Neticede İsrail devleti kurulduktan sonra insanlık tarihinde eşi ve benzeri görülmemiş bir zalimliğe bürünerek korkunç cinayetler işlemeye başladılar. Bugün Filistin'de yapıp ettikleri herkesi şok eden bir dehşettedir. İnsanların birçoğu gördüklerine inanamıyorlar. Bir millet, bir devlet, bir din nasıl bu kadar acımasız bir ölüm makinasına dönüşebilir diye. İbrahim'den tutun, Musa'ya, Harun'a, Davud'a, Süleyman'a kadar nice peygamberle birlikte zulme, şirke, günaha karşı mücadele vermiş ve bununla da övünen bir kavmin bu son tutumu akıl alır gibi değildir. Allah'ın ellerinden tutup Firavun'un cehenneminden kurtardığı bir millet nasıl oluyor da başka bir milletin Firavun'u olabiliyor?
Ermeniler ise, Yahudilerin sergiledikleri tutumun tam tersi bir süreci yaşıyorlar. Ezikliği. Yüzyılı aşkın bir süredir 1915 olayları ile yatıp kalkarak, uğradıkları mağduriyetlerden bir edebiyat ürettiler ve böylece bu mağduriyeti milyonlarca ağırlıkta bir yüke dönüştürdüler ve şimdi bu ağır mağduriyetin altında eziliyorlar. Bugün Ermenilere baktığınız zaman gözlerinin ferinin söndüğünü, adeta yürüyecek mecallerinin kalmadığını görürsünüz. Yürümek için mutlaka birinin desteğine ihtiyaç duyan ölümcül hastalığa yakalanmış kimseler gibi. Siyasal, sosyal, diplomatik vs alanlarda sağlıklı kararlar alamıyorlar. Ne zaman ekranlarda bir Ermeni görsem, betinin benzinin solmuş olmasından dolayı üzülürüm. Bütün bunlar mağduriyetin değil ama mağduriyet edebiyatının etkisidir. Çünkü edebiyat, mübalağa, abartı demektir. Biri bin yapar ve gelecek nesiller de ya birer canavara dönüşürler ya da kendilerine devredilen mağduriyetin ağırlığı altında ezilirler.
Bu yüzden Terörsüz Türkiye sürecinde Kürtlerin takınacakları en sağlıklı tutum, geçmişi unutmak ve geleceğe dair umutlar taşımaktır. Aksi takdirde tek parti döneminin kabusları çocuklarımızın, onların çocuklarının uykularını haram edecektir. Sonunda da ya Siyonistler gibi acımasız zalimlere ya da Ermeniler gibi atalarının kendilerine beşe, ona, bine katlayarak devrettikleri mağduriyet edebiyatının altında ezilip kalacaklardır.
Kur'an, müminleri tarif ederken "öfkesini yutanlar" ve "insanları affedenler" ifadelerini kullanır. Çocuklarımıza firavunî bir zalimliği ve ölümcül bir mağduriyeti miras bırakmamak için birbirimize karşı öfkemizi yutkunmalı, yanlışlarımızı affetmeliyiz.