Bir eğitim yılı daha başlıyor. Ama bu kez sıradan bir başlangıç değil. Bu kez sadece kitap kapaklarının değiştiği bir süreçten söz etmiyoruz. Bu kez karşımızda bir seferberlik modeli olarak "Maarif Modeli" var.
Evet, bu model ufkumuzu açıyor, yüreğimize ferahlık veriyor. Çocuğu erdem, değer ve beceri üçgeninde yeniden yoğurmayı hedefliyor.
Fakat bu ağır yükü kim taşıyacak? Kitaplar mı, müfredatlar mı, politikalar mı? Hayır. Bu yükü yalnızca öğretmen taşıyacak.
Tarih hakikati tekrar etmekten gocunmaz.
Müfredatlar değişir, yönetmelikler baştan yazılır, programlar yenilenir. Ama sınıfın kapısından giren öğretmen değişmedikçe hiçbir şey kökten değişmez.
Köy Enstitülerini hatırlayalım. Toplumu kökten hırpalamak için köylerin taşına, toprağına gönderilen öğretmen yalnızca okuma-yazma öğreten değildi; muvazzaf görevli bir aktördü. Evet, ideolojik dayatmalar yaptı, dinsizlik tohumları ekti.
Ama bir hakikati de açığa çıkardı. Toplumu şekillendiren de değiştiren de öğretmendir.
28 Şubat'ı unutabilir miyiz? Başörtülü öğrenciler kadar inancına bağlı öğretmenler de hedefe kondu. Meslek onuru ayaklar altına alındı. Kimlikler fişlendi. Dindar öğretmenin sınıfa girişi bile ideolojik denetime bağlandı.
Ve bir neslin ruhu, Kemalist öğretmenler eliyle korkutularak karartıldı.
Daha dün, ihbar mektubu niteliğinde, bir dönem CHP marifetiyle Siyonist tayfanın nasıl eğitimimizin bütün kılcal damarlarına kadar kök saldığını yazdık.
Üstelik çağımızın dijital fırtınası da çocuklarımızı savuruyor. TikTok akımları, Instagram filtreleri, tüketim kültürünün sahte hazları... Öğrencinin dikkati paramparça.
Ama daha beteri, öğretmen de aynı girdabın içinde.
WhatsApp gruplarında saatlerini tüketen, Instagram'da kendi pozunu süsleyen, TikTok'ta çocukla aynı akımları takip eden bir öğretmen, hangi erdemi aktaracak?
Kendi kalbi disiplinsiz olan, öğrencisine disiplin aşılayabilir mi?
Mini etekle, aşırı dekolteyle ya da başörtüsünün altına abartılı makyajla "süslüman" kimliğiyle sınıfa giren bir öğretmen, ergen bir öğrencinin gözünde neyi temsil eder?
Derse hazırlıksız giren, akıllı tahta bozulunca eli kolu bağlanan, telefonu elinden düşürmeyen öğretmen hangi beceriyi yaşatabilir?
Maarif Modeli bize "erdem-değer-beceri" diyor. Bunun için yeni bir öğretmen sosyolojisi inşa etmeliyiz.
Öğretmenin medeniyet duyarlılığı olacak.
Öğretmenin rol model kimliği olacak.
Öğretmen dijital çağın pedagojisini bilecek ama kendini kaybetmeyecek.
Öğretmen toplumsal bütünlüğü besleyecek.
Ve öğrenci, öğretmenine baktığında vakar görecek, tertip görecek, adalet görecek.
Nurettin Topçu'nun dediği gibi: "Muallim, milletin ruh mimarıdır."
Bu yüzden YÖK de Cumhurbaşkanlığı Eğitim ve Öğretim Politikaları Kurulu da vakit kaybetmeden harekete geçmeli.
Eğitim fakülteleri yeniden yapılandırılmalı, müfredatlar Maarif Modeli ile hizalanmalı.
Uzun süreli stajlar zorunlu hale getirilmeli.
Öğretmen adayı sınıfta pişmeden mezun edilmemeli.
KPSS tek ölçüt olmaktan çıkarılmalı; portfolyo, etik sınavlar, mesleki yeterlilikler devreye girmeli.
Aksi halde üniversiteden çıkan genç "öğretmen adayı" kalır, "muallim" olamaz.
Bu satırlar bir tenkit yahut itiraz olarak değil; tam tersine, milletin derdini omuzlarında hisseden bir kalbin heyecanı olarak okunmalıdır. Çünkü mesele kusur aramak değil, yükü paylaşacak muallimi aramaktır.
Evet, Maarif Modeli umut veriyor. Bu umut için emektarlarına şükranlarımızı sunuyoruz. Ama öğretmen olmadan başlayan her eğitim, yarım doğmuş demektir.
Çocuğun gözündeki ışık, öğretmenin kalbindeki ateşle yanar. O ateş sönmüşse, hiçbir program o ışığı tutuşturamaz.
Bugün hâlâ Siyonizm'e göz kırpan zihniyet, Köy Enstitülerinin artıklarıyla beslenen zihniyet.
Bu yüzden yaşlı sanatçı müsveddeleri, "Biz yetmiş yıldır sahneden toplumu yönettik" diyebiliyor.
Bugün de Maarif Modelinin kaderi öğretmenin elinde. Müfredat pusuladır; ama rotayı çizen yine öğretmendir.
Ve o rota yalnızca çocuğun geleceğini değil, milletin kaderini de belirleyecektir.