Bir toplumun nabzı nereden ölçülür? Bazıları borsa endekslerinden, bazıları da televizyon reytinglerinden ölçülür.
Bizim için nabız, cuma hutbesinde atar. Çünkü hutbe, aynı anda milyonlarca insanın aynı cümleye kulak verdiği, aynı ayeti işittiği, aynı ikazı duyduğu bir sahnedir.
İşte tam da bu sebeple saldırı hiç bitmez.
Cumhuriyet gazetesi yazarı, Spinoza'yı kalkan diye eline almış, mızrak sallıyor. Az ötede ise Ertuğrul Özkök, "Ali Erbaş üç haftadır kadınlara saldırıyor" diye ağıt tutuyor.
Elinde cetvel, gün sayar gibi "bir, iki, üç hafta oldu" diye hutbenin nefesini ölçüyor. Uğur Dündar'ın anons ettiği gibi, caminin köşesinde yoklama alıyor.
"Üç haftadır kadınlara saldırıyor" derken sözündeki ciddiyet, kral rolü oynayan çocuğun heyecanına benziyor.
Elinde Spinoza heykelciğiyle dolaşan, "Bakın bu adam öyle dedi" diye haykıran bir figür. Spinoza'yı bir düşünür olarak okumuyor, oyuncak ayı zannediyor. "Spinoza'nın sopası" diye sallıyor ama sopanın ucu sürekli kendi dizine çarpıyor, farkında bile değil.
Tesla'ya atfedilen söz var ya, "Kiliseye paratoner takıldığında din ve bilim tartışması bitmiştir." Batının trajedisini anlatan sözdür bu. Kilise gök gürültüsünü Tanrı'nın kamçısı sandı, Franklin bir paratoner dikti, tartışma bitti.
Bizimkiler de bu sahneyi görünce hâlâ kilise üzerinden ağlaşır. Ellerinde mum ışığıyla dolaşır gibi, "Spinoza dedi, Tesla dedi" diye fısıldarlar.
Ama onlar hâlâ batının kilisesinin yasını tutuyor, o cenazeyi caminin avlusuna taşımaya çalışıyor.
Zincire bakalım. 1932'de ezanı Türkçeleştirdiler, hutbeyi rejimin bildirisinden öteye geçirmediler. Tek parti yıllarında camiyi boşaltmakla övündüler. 1960 ve 1980 darbelerinde "irtica tehdidi" diyerek hutbeyi susturdular. 28 Şubat'ta başörtülü kızların üniversite kapılarında sürüklenmesiyle çağdaşlık nutukları attılar.
Yeni versiyon, birinde Spinoza maskesi, diğerinde "üç hafta" tabelası.
Sosyolojik altyapılarına bakınca manzara daha da komik.
Kadının eteğini ölçüm cihazı gibi kullanıyorlar. Uzadı mı geri kaldık, kısaldı mı çağdaş olduk. Cami sustu mu ilerledik, ezan okundu mu geriledik.
Tanzimat'tan beri türeyen aydın (!) tipi budur. Kendi halkına tepeden bakan, kendi dininden utanan, batıdan aferin almak için kendi milletinin değerini küçümseyen tip.
Biri cetvelle kadının eteğini ölçüyor, diğeri kulaklarına pamuk tıkamış hutbeyi duymasın diye, bir yandan da batıdan gelen "bravo" sesine kulak kabartıyor.
"Kadını mirastan mahrum bırakma zulümdür, Allah'ın terazisini keyfine göre çarpıtma kul hakkıdır." Bu söz, adaletin en çıplak ifadesi.
Ama onların adalet anlayışı İslam'ın susması, hakikat anlayışı reklam panosundaki çıplak beden, ilerleme anlayışı caminin sessizliği.
Allah'ın ayetini bırakıp İsviçre'den ithal kanuna Atatürk'ün Medeni Kanun'u diye sarılan bu yaklaşım, İslam'ı inkâr etme telaşının ta kendisi değil midir?
Cetvel tutan el unutmansın ki Allah'ın uyarısı gereği o ayetlerin hesabı önce erkeklerin yakasına yapışacaktır. Yani senin yakana da... işte orada kim olduğun ortaya çıkar!
Manzara ortada, çocuk parkında kavga eden iki çocuğun birbirine sünger kılıçla vurması gibi. Gürültü çok, etki sıfır.
Kadın haklarından bahseden bu tiplerin sicili de ortada.
Keriman Halis'i soydular, 1930'larda kıyafeti medeniyet ölçüsü yaptılar. 1960'larda mini eteği ilerleme simgesi ilan ettiler. 1980'lerde reklam panolarına çıplak kadın astılar. 1990'larda başörtülü kızların üniversiteye girmesini copla engellediler. 2000'lerde kadını özgürlük diye moda ve medya sektörünün tüketim nesnesi yaptılar.
Şimdi kalkmış Diyanet'in kadını mirastan mahrum bırakmaya karşı çıkan sözünü "kadına saldırı" diye damgalıyorlar.
Elinde cop, dilinde özgürlük, gözünde vitrin mankeni karikatürüne benzemiyor mu?
Siz yüz yıldır kadına saldırıyorsunuz, vitrine koyuyorsunuz, örtününce copluyorsunuz, soyunca alkışlıyorsunuz.
İslam'ı susturmak için kadın kartını oynuyorsunuz. Seyircisi sıkılmış, esprileri bayatlamış, tipleri ezberlenmiş bir ortaoyunundan farksızsınız.
Kilisenin yıldırımdan yandığı günlerde kalmışsınız.
Biz caminin kubbesine paratoner takıp ibadetimize devam ediyoruz. Siz Spinoza'nın sopasıyla kendi gölgenizi dövüyorsunuz.
Siz Spinoza'yı kalkan yapıyorsunuz, biz İbn Sina'yı, Biruni'yi, Takiyyüddin'i okuyarak bilimi imanla omuz omuza yürütüyoruz.
Ve siz, ancak, bir gün bir elde cetvel diğerinde sopa Sinagoga gidersiniz!