TBMM Başkanı Prof. Mustafa Şentop riyasetinde, iktidar ve muhalefet temsilcilerinden oluşan bir Parlamento heyeti, geçen hafta, Yunanistan’ın Türkiye sınırındaki Gümülcine’ye giderek, merhûm Dr. Sâdık Ahmed’in vefat yıldönümü için tertip olunan anma toplantısında hazır bulundular ve bu arada, Yunan rejiminin yığınla engellemeleri yüzünden bir dert küpü’ne dönüşen yerli Müslüman halkı dinlediler. Bu şikayetler tabiatiyle Başkan Erdoğan’a da bir rapor halinde sunulacaktır.
***
Yunan devletinin siyasetinde Türkiye korkusu kendi mantıkları açısından tamamen yersiz değildir. Çünkü Osmanlı’nın Yunanistan üzerindeki hâkimiyeti, yaklaşık 450 yıl kadar sürmüştür. Bu kadar uzuuun bir tarih dönemini okullarında kendi çocuklarına kolayca izah edemeyecekleri ve bu yüzden o dönemin korkularını sürdürme çabalarını anlamak gerekir. Ama işte o zaman da geleceği de esir alan heyecanlı nasyonal idealler devreye giriyor.
***
Fransız yazarı F-René Chateaubriand’ın 1805’lerde ‘Paris’ten Kudüs’e kadar süren 3 yıllık yolculuğunu anlattığı eserinin Yunanistan bölümüne bakınca, yaşama azmini yitirmiş, tembel bir manzara sergileyen ve Osmanlı yöneticilerinin karşısında daha bir boyun büken yunan halkının, o tarihten 15 yıl sonralarda, Yunanistan’ın istiklaliyle noktalanacak bir isyanı nasıl gerçekleştirebildiği konusu ilginç olsa gerek.
Tabiatiyle o sosyal değişimde, 19. Yüzyıl Avrupası’nı saran ve kendi kültür ve medeniyetlerinin anası kabul ettikleri, antik yunan kültür ve medeniyetini, Helenistik dönemi keşfetmeye başlamalarının rolü büyüktür. Ama o ilgi Avrupa siyasetçilerince, Yunan /Helas nasyonalizminin Osmanlı’yı parçalamak için bir sıçrama tahtası olarak da kullanmışlardır. Düşünelim ki, ünlü İngiliz şairi Lord George Byron, romantik şiirler yazarken hızını alamamış, yunan isyancılarının arasında yer almış ve o esnâda ölmüştü. Yahyâ Kemâl, ‘Kalbimde vardı ‘Byron’u bedbaht eden melâl’ derken işte bu ruh haline işaret eder.
***
Yüzlerce yıllık bir Osmanlı- Müslüman hâkimiyeti döneminin en iftihar verici sayfası, başka kavimlerin ve dinlerin mensupları gibi yunan halkının da dinine, diline, kültürüne müdahale edilmemiş olmasıdır. Ki, birkaç sene önce, Osmanlı döneminin, yunan halkına, okullarında öğretildiği gibi bir zulüm düzeni tesis etmediğine, halkı asimile etmeye yönelik adımlar atmadığına dair, insaflı bir yunan tarihçinin sunduğu bir tv dizisi yayınlanınca, itirazlar yükselmişti.
***
Ama bilindiği üzere, Türkiye- Yunanistan devletleri birbirlerine daima kuşku ile bakmaktadırlar ve her iki taraf da, birbirine bakarak devamlı silahlanmaktadırlar. Yeni Yunan başbakanı Miçotakis, geçen hafta ‘Erdoğan’a çağrıda bulunuyorum, geliniz, iki halk da zenginliklerini askeri silâhlanma yarışında hebâ etmesinler’ diyordu. Ama ne kadar iyi niyetli olursa olsun, iki taraf da ihtiyatı elden bırakmayacaktır. Nitekim 100 yıl önce bugünlerde Yunanistan’ın, Avrupa devletlerinin yüreklendirmesiyle Batı Anadolu’ya gelip, 3 yıl kadar işgal ettikleri de unutulamaz.
***
Bugün ise iki taraf arasındaki ilişkileri, Temmuz-1923’de imzalanan Lozan Antlaşması ve sonrasında da M. Kemal ve Venizelos arasında yapılan dostluk anlaşmaları ve sonra da NATO’daki müttefiklik belirliyor. Ama Batı Trakya Müslümanları uluslararası hukuk ölçüleri açısından da kabul edilemeyecek ağır baskılar altındadır. Yunan vatandaşı olan Batı Trakya Müslümanları, bırakınız normal vatandaşlık haklarını, hattâ Lozan’dan ve diğer anlaşmalardan kaynaklanan haklarını da kullanamıyorlar.
Bu durumda öyle gözüküyor ki, Yunan Hükümeti’ni ikaz etmekte asıl vazife, Ortodoks’luğun başı olan Patrik Bartholomeos cenaplarına düşmekte.. Ki, Türkiye’deki gayrimuslimler üstelik de uluslararası hukukun bir dayatmasıyla değil, İslâm dininin hükümlerine göre bütün haklarından azâmi şekilde istifade ediyorlar.