Gazze yanıyor.
Biz hâlâ "anlıyoruz."
Anlamaktan başka bir meziyetimiz kalmadı.
Anlamak, hareketsizliğin bahanesi oldu.
Bir zamanlar anlayan insan; irade koyan, aklıyla hakikate yürüyendi.
Şimdi anlamak, susmak için bir gerekçe, gecikmek için bir sığınak.
Yüz bin çocuk kafasız. Kadınlar gövdesiz. Toprak, insan taşıyamaz oldu. Açlık diz boyu.
Benjamin'in "tarihin enkazı" dediği şey, bugün Gazze'nin her sokağında taş taş üstüne konmadan yaşanıyor.
Bizde kahvaltı menüsü konuşuluyor.
Bir milletin ciğeri yanarken, başka bir milletin kalbi buzdolabı kadar soğuk, Netflix kadar renkli.
Sanki başka bir evrende, başka bir dinin izleyicisiyiz.
Dua aynı, dil başka.
İman, "eski model" bir protokol cümlesi.
Gazâlî tanımladığı "Dil ile söylenen ama kalpte hükmü olmayan her şey, hakikatin maskarasıdır." maskesini yüzümüze perçinledik.
Sabır yanlış anlaşıldı.
Sabır, Hz. Ömer'in Kisra'ya yürüdüğü sabırdır.
Ali'nin Hayber'i söktüğü sabırdır.
Resulullah'ın Bedir'de yürüdüğü sabırdır.
Bizimkisi?
TV karşısında "eyvah" demek.
Tweet'le iç boşaltmak.
Story'den dua paylaşmak.
Sahi...
Bizim ayarsızlarımız nerede?
Nerede sabredememeyi fazilet sayanlar?
Nerede deliliğin davasını güdenler?
Gömleğinin cebine "tevhid"i koyup sokaklara yüreğini serenler nereye gömüldü?
Cebeli Tarık gibi kıyametin kıyısında duranlar şimdi nerelerde tozlanıyor?
Çuvalın ipini çözenler sustu. Çuvalı başımıza geçirenleri tanıyanlar konforla barıştı.
Anarşizm aramıyoruz. Ama artık mecnunluk bile yok.
Delilik bile disipline edildi. Delilerimiz akıllı saat takıyor.
İbn Haldun'un "medeniyetin çözülüşü, ruhun taşlaşmasıyla başlar" dediği çizgi, tam da burası.
1400 yıl öncesinin müşrikleri bizden daha tutarlıydı.
Onlar Ebu Cehil'di.
Biz, Ebu Suskun.
Sıcak çayın buharında savrulmuş bir ümmetin adıyız artık.
Kıble pazarda, secde TikTok'ta.
Metaverse'te secde eden avatarlar gibiyiz.
Bir rapor yayımlandı, Ankara Sosyal Bilimler Üniversitesi tarafından hazırlanan "Gazze'de İşlenen Soykırım Suçuna Katılan Çifte Vatandaşların (İsrail/Türkiye) Hukukî Durumu" başlıklı rapor.
"Yaklaşık 4 bin çifte vatandaş, İsrail ordusunda görev alıyor."
Bazılarının ismi belli.
Kimisi pilot, kimisi karacı.
Bunu bile bir "delilik" olarak görmedik.
Ayarsızlık yapamadık.
Yutkunup sustuk.
Ayarsızlık bile moderasyon ister oldu.
Bu ilk değil.
1930'larda, CHP rejimi altında kurulan Betar kamplarında eğitilen gençler Filistin'e gönderildi.
Orada silahlandırıldılar.
Bunları yazdık, söyledik, belgeledik. Yine sustuk.
Bir dizi karakteri nişanlansa manşet oluyor.
Ama Gazze'de bir çocuğu katleden çifte vatandaş bir Türk gözümüzden kaçabiliyor.
Hayır, kaçmıyor.
Görmezden geliyoruz.
Korkaklık, stratejiye dönüştü.
İçimizdeki Dürzüler, Medine münafıkları, ılımlı İbraniler işbaşında.
Biz mi? Ya TV izliyoruz ya "kınadık" yazıyoruz.
Allah'a şikâyet dilekçesi yazıp pazartesiye koşturan bir ümmet hâline geldik.
Hani "şehit olmak istiyorum" diyenler?
28 Şubat'ta "Bu sistem haramdır!" diye tankın karşısına dikilen gençler nerede?
Üniversite duvarlarını yumruklayan yürekler şimdi influencer takibinde.
Cemaatler marka oldu.
Tarikatlar paket program.
STK'lar swipe up yapıyor.
Pascal ne diyordu? "İnsanlık, eğlenceyle avutulur." Biz de "şehadet"i prodüksiyonla anlatır olduk.
Ey Allah'ım...!
Bizi suskunluğumuzla imtihan etme.
Bizi dilsiz şeytanlar arasına gömme.
Bizi rahmetinden çok, gazabına yakın eden bu "modern Müslümanlıkla" mahvettirme.
Bir çığlık bırak yeryüzüne ya Rabbi...
Bir ayarsız gönder ümmetin ortasına.
Öyle biri olsun ki,
Sahneye çıkmasın, saflara girsin.
Sponsorluk almasın, şehadeti satın alsın.
Ey Allah'ım...!
Bize bir deli gönder.
Yoksa biz, topyekûn delireceğiz!