"Bed-asla necabet mi verir hiç üniforma/Zer-dûz palan vursan da eşek yine eşektir" (Soysuz birine üniforma asalet verir mi hiç; eşeğe altın işlemeli semer vursan da eşek yine eşektir). Ziya Paşa
İran halkının, 1979 yılında ülkeden kovduğu Şah Muhammed Rıza Pehlevî'nin bir oğlu var. Babasıyla aynı adı taşıyor. Bu günlerde pek gündemde. Eğer "İran'a İsrail ve ABD tarafından saldırı düzenlenince vatanseverlik duyguları kabardı da halkını desteklemek maksadıyla çıkış yapmıştır" diye düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Tam tersine, halkının düşmanlarıyla aynı safta bir görüntü veriyor. Kudüs'teki ağlama duvarında başında Yahudi kippasıyla ettiği dualarla, kızını bir Yahudi ile evlendirmesiyle arzı endam ediyor. Bunların yanı sıra, İran yönetimini devralmaya hazır olduğuna dair mesajlar veriyor. Bütün bunlarda ne var? Bir insan ağlama duvarında kippa giyip dua edemez mi? Ya da kızını bir Yahudi ile evlendiremez mi? Bir kimse ülkesinde yönetime talip olamaz mı? diyebilirsiniz. Bence de hiçbir sakıncası yok. İsteyen istediğini yapabilir, söyleyebilir. Ama burada bir sorun var. Şahlık heveslisi oğul, bütün bunları ülkesi ateş altında iken, parçalanma riski ile karşı karşıya iken, nükleer tesisleri başta olmak üzere bütün askeri ve sivil hedefleri bombalanırken, petrol rafinerileri durmadan patlatılırken, ülkenin üst düzey yöneticilerine suikastlar düzenlenirken, yani ülkesi ölüm kalım mücadelesi verirken yapıyor. Normal bir zamanda yapsa, "olur, insan bu tür şeylere heves edebilir" der geçersin. Hatta düşmanlara karşı en sert açıklamalar yapıp sonra da ülkenin mevcut yöneticilerine, ne bileyim, gerekli tedbirleri almadınız diyerek eleştiriler yöneltirse, yine de ülkesinin düştüğü durumdan canı yanmıştır, acı duyuyordur, ondan böyle konuşuyor diye normal karşılarsın. Hayır, öyle yapmıyor. Saldırganlara, müstevlilere, halkının katillerine her türlü şirinliği yapıyor, onların fino köpeği olmaya hazır olduğunu gösteriyor. Bunu yapan birinin, dünyanın her yerinde asaleti sorgulanır ve yüzüne okka dolusu "yazıklar olsun cibilliyetine" boca edilir.
Gel de bu süreçte Osmanlı hanedanını düşünme. Altı yüzyıl boyunca görkemli bir saltanat sürdürmüşsün, onlarca savaşa girmişsin, zaferler kazanmışsın, fetihler yapmışsın, gün gelmiş yenilmişsin ve en sonunda hatanla sevabınla tarih sahnesinden çekilmişsin. Ama dünya durdukça anılacak müthiş bir asalet sergilemişsin. Osmanlılar, kendileri için tasfiye süreci anlamına gelen birinci dünya savaşı boyunca ülkelerini kurtarmak için imkanları oranında her türlü tedbiri aldılar. Yetmedi, ittifaklar, itilaflar kurdular. Buna rağmen yenildiler. O muazzam ülke baştan başa işgal edildi. Müstevliler ağır bir teslimiyet metni dikte ettiler. Ama onlar bunu reddettikleri gibi el altından kurtuluş mücadelesini örgütlediler, kurtuluş mücadelesini verenlerin başarısı için bütün imkanlarını seferber ettiler. Neticede ülkeyi kurtaranlar, bütün hanedanı beş parasız bir vaziyette sürgüne gönderdiler. Aç kaldılar, ağır işlerde çalıştılar, borçları yüzünden cenazeleri rehin alındı, gün geldi bir mezar yeri bile bulamaz hale geldiler. Yine de yeni devletin bırakın rahat zamanlarını, zora düştüğü dönemlerde bile aleyhine tek laf etmediler. Sabık Şahın oğlunun yaptığı türden bir cibilliyetsizlik sergileyen çıkmadı aralarından. Mesela Kıbrıs'ta olduğu gibi, ülkenin girdiği bir savaşta, düşmanlarına, görev almaya hazır olduklarını söyleyen tek kişi çıkmadı içlerinden. Bu yüzden hiç kimse, muhalifleri bile onlara söyleyecek laf bulamaz. Ziya Paşa merhum haklıdır. Asalet üniforma veya para ile kazanılmaz.