Barış sürecinde bizleri birleştirecek şey kalplerimizdir. Her meseleyi aklın cetveliyle ölçüp tartmak zordur, hele ki tarih üzerinden, geçmişte yaşananlardan dolayı hesaplaşmak, yüzleşmek hiç de kolay değildir. Ama gönül başka bir şeydir. Orada aritmetikten başka bir şey işler, çünkü en nihayetinde insan insana benzerdir ve bu büyük benzeşim, oturup konuşmaya, halleşmeye, dertleşmeye, barışa imkan sağlar...
Bu yüzden bendeniz de bir edebiyatçı olarak okurken; Leyla ile Mecnun, Ferhat ile Şirin, Arzu ile Kamber gibi bir aşk destanlarına çok benzettiğim bir Kürt hikayesi olan Siyabend u Xece üzerinden bir kültürel buluşmayı önemseyerek yazmak istedim bugünkü yazımı...
Bendeniz Prof. Said Ramazan el-Buti'nin kaleme aldığı şekliyle okudum bu halk masalını. Buti, küçüklüğünde dolunaylı gecelerde annesinden dinlermiş bu hikayeyi, masalın son kısmı halk arasında ilahi ve şarkı olarak da söylendiğinden, yıllar sonra aklında kaldığıyla kaleme almış. Fıkıh, siyer, din usulü ve medeniyet konulu 70 civarında eseri olan Prof. Buti, eserin baş kısmına niçin böyle bir şeyi kaleme aldığına dair güzel bir giriş yazmış. Burad İhtiyar Buti, Genç Buti ile konuşuyor, bunca yıl ciddi ilmi eserler kaleme aldın da bu yaşında bunca ilimden sonra niçin bir aşk masalı yazıyorsun diyor kendi kendine. Kitabı Abdülhadi Timurtaş çevirmiş Türkçe'ye. Arapça, Türkçe ve Kürtçe aşinalığıyla bu masalı değişik şekillerde dinlemişliğim var farklı ninelerden. Masalları en iyi muhafaza edenlerdir nineler... Daye Kumru'dan dinlemiştim en son Van'da... Masallar, sanki Babil Kulesi yıkılmadan önce peydah olmuş gibidir. Yani anlayacağınız, kardeştirler, akrabalardır birbirlerine; Ferhat ile Şirin, Leyla ve Mecnun, Kerem İle Aslı, Tahir ile Zühre, Mem u Zin gibi Siyabend û Xecê de birbirine kavuşamayan aşıkları anlatırlar... Onların farklı dillerde olduğu zannedilse de, dil gönüldür adı üstünde ve sevda her lisanda da birdir...
Gelelim özet olarak konuya: Zavallı yetim Siyabend'in daha çocuk yaşlarda dağlarda yabani hayatın içinde geçen yılları, ejderhalarla ceylanlarla arkadaşlık eden bir yiğit olarak Muş Emirine sırdaş oluşu, uğradığı haksızlıklar karşısında onurundan başka sığınacağı hiçbir şey bulamayışı, sonunda iyiliği ve güzelliği keşfettiği Xecê ile Süphan dağını aşmaya karar verişleri ve o dağda sır oluşlarıdır masalın konusu.
Masalda beni etkileyen şey; Siyabend'in dünyalar güzeli olduğu halde onurunu kırmış prensesi değil de, iyiliği ve dostluğuyla gerçek aşkı bulduğu Xecê'yi tercih etmesidir. Bu bağlamda Siyabend ile Xece'nin masalı, Fuzuli'nin kaleme aldığı Leyla ve Mecnun'dan çok, Cengiz Aytmatov'un "Selvi Boylum Al Yazmalım"ına daha yakındır diyebiliriz. Sevgi emektir der Siyabend, tıpkı Aytmatov'un ünlü eserinde söylediği gibi.
Aşk bir tanrı vergisidir ki çalışmakla elde edilemez, oysa sevmek güzel ahlakla, çekilen çileyle, göğüs gerilen nice zorlukla, kulluk vergisidir. Aşk ilahi, sevgi insanidir.
Barış da işte insanidir, sevgiden gelir özü ve elbette emek ister. Barış için sevgi medeniyetini kurabilmek için ele ele hep birlikte emek vermek zorundayız...
Eserdeki diğer önemli vurguysa insanların arasındaki yırtıcılığın yabani hayvanlar aleminde olmadığıyla ilgilidir. Niçin insan insana dar eder dünyayı, insan niçin açgözlüdür ve hep diğerini ezmekten geçirir ahkamını? Nitekim masalın sonunda diğer insanlara benzeyerek anne geyiği vurmaya kalktığında yanılır Siyabend. Anne geyiği öldürür ama kendisi de kuyuya düşer.
Ramazan Buti gerisini yazmamış... Ama Van'da dinlediğim ninelerden işittiğim kadarıyla, sevgilisi Xecê, onun düştüğü kuyunun başında üç gün ağladıktan sonra, "varayım da anne geyiğin yavrularıyla helalleşeyim" der ve gidiş o gidiş...
Ninelerin anlattığına göre halen Süphan Dağı'nda geyiklerin arasında gözüken al yaşmaklı bir peri kızından bahsedermiş avcılar, yolları kar tuttuğunda dermanı kesilenlere yardım edermiş bu ermiş kadın...
Anadolu'nun doğudan batıya, kuzeyden güneye farklı anlatılarında tekrar eden bu aşk sırrı, sevgi ve güven konusunun yüceltilişi üzerine yeniden ve yeniden düşünüp ilhamlar almamız gerekiyor.
Sevgi emektir, barış emek ister...