İran-İsrail savaşı başladığından beri dünya medyası, yeni bir sıcak cephe bulmuş gibi üzerine atladı. Oysa ortada ne bir provokasyon vardı ne bir askerî gerekçe. Organize terör çetesi İsrail, birdenbire İran'ı bombaladı.
Bomba seslerinden önce kulaklara fısıldanan, zihinlere işlenen bir hikâyedir bu. Ve ne yazık ki Müslüman milletler, bu hikâyede ya figüranlaştırılıyor ya da pasif birer izleyiciye dönüştürülüyor.
Ardından Trump sahneye çıktı, Netanyahu da "abisine" klasik övgü dolu tiratlarını sıraladı.
Gazze yine unutuldu!
Tıpkı daha önce de unutulduğu gibi.
Tıpkı unutturulması gerektiği için unutturulduğu gibi.
Bu yaşananların sadece diplomatik ya da askerî bir gelişme olmadığı aşikar. Çünkü bu savaş, nükleer silahlarla değil; fikirlerle, algılarla ve daha da önemlisi medeniyet tasavvurlarıyla yürütülüyor.
Evet, bu bir nükleer savaş değil.
Bu bir akıl savaşı.
Ve bu savaşta kullanılan en tehlikeli silah, İslam'ın temsilini bir hizbe indirgemek.
*
Organize terör çetesi İsrail bombayı atıyor, ABD büyük ağabey rolüne soyunuyor, Trump "kurtarıcı" diye pazarlanıyor.
Netanyahu abisine methiye düzüyor.
İran "direnen İslam" kılığına sokuluyor.
*
Dünyada 2,5 milyar Müslüman nüfusun %16'sı Şii ve merkezi İran.
Bugün medyada, siyasette, diplomatik sahada öyle bir tablo çiziliyor ki; sanki bütün İslam dünyası adına sadece İran konuşuyor, savaşıyor, direniyor!
Bu, tehlikeli bir illüzyon.
Ve bu illüzyonun sonunda kurulmak istenen cümle şu: "İslam medeniyeti eşittir Şii İran!"
Mesele, İran'ın sahte bir "İslam aktörü" olarak vitrine çıkarılmasıdır.
Çünkü Şiilik, İslam'ın merkezini değil, marjını temsil eder.
Ama bugün merkezmiş gibi lanse ediliyor.
Bu bir ajitasyondur.
Ve bu ajitasyon, sahte bir meşruiyet zemini inşa etmek içindir.
Bu savaşta üç medeniyet hattı var: Haçlı medeniyeti, Yahudi medeniyeti ve İslam medeniyeti.
İlk ikisi el ele vermiş durumda.
Üçüncüsünü ise Şii bir devlete havale etmeye çalışıyorlar.
Haçlı medeniyeti, her iki medeniyete de "abilik" taslıyor.
Yahudi medeniyetini şımartıyor, koruyor, pohpohluyor.
İslam medeniyetine ise sürekli parmak sallıyor.
Bir nevi, "Sen konuşamazsın, sen itaat edeceksin." dili kuruyor.
Kıble, sadece namaz yönü değildir; medeniyetin, aklın, ahlakın, istikametin yönüdür.
O yönü şaşıran bir ümmet, artık kendi içinden değil, dışarıdan yönlendirilir.
Bir millet kıblesini yitirirse, artık onun pusulasını başkaları üretir.
Bugün ümmetin zihinsel dağınıklığı, mezhebi algı savaşları ve sahte temsil krizleri; kıbleyi şaşırtmak için döşenmiş tuzaklardır.
Ve o tuzağı kuranlar, pusulayı da üretip ellerimize tutuşturmak istiyor.
Bunu fırsat bilenler, dünyaya Müslümanların "zihinsel ezikliğini" göstermeye çalışıyor.
Her Müslüman ülkeyi kendi içine kapatıyor, her sesi kendi sınırları içinde boğuyor.
Böylece ümmetin toplu tepkisini imkânsız hâle getiriyorlar.
Ve ne yazık ki başarılı da oluyorlar.
Bugün ümmet, bir medeniyet birliği olmaktan çok uzak.
Müslüman milletler, sosyolojik olarak parça parça.
Aynı kıbleye yöneliyoruz ama farklı korkularla, farklı gündemlerle yaşıyoruz.
Aynı ayetleri okuyoruz ama aynı öfkeyle haykıramıyoruz.
Ümmetin zihni, yıllardır ya sekülerizmle oyuldu ya mezhepçilikle bölündü ya da konforla uyuşturuldu.
Kimi batıyla uyumlu kalmaya çalışıyor, kimi iç savaşlarla boğuşuyor, kimi koltuk derdinde, kimi diplomatik denge cambazlığı yapıyor.
Hakan Fidan'ın "bölünmeyin" ayetini alışılmışın dışında yüksek tonda ilan etmesi de bu yüzden.
Cumhurbaşkanı Erdoğan çok kritik bir cümle kurdu:
"İstanbul'un kaderi, Şam'ın, Bağdat'ın, Kahire'nin, Sana'nın, Medine'nin, Mekke'nin, Kudüs ve Gazze'nin kaderinden ayrı değildir."
Bu cümle, sadece bir coğrafya tarif etmiyor. Bu cümle, bir medeniyetin omurgasını çiziyor.
Bu hat; direnişin, inancın, kardeşliğin hattıdır.
Ve bu hat, mezhebi kaygılara kurban edilemeyecek kadar büyüktür.
Eğer bu savaşın sonunda İran Şiiliği %16'dan %17'ye çıkarsa, eğer sempati toplar ve "İslam buymuş!" algısı zihinlere yerleşirse, Siyonist-Haçlı medeniyet ittifakı galip gelmiş olacak.
Ve biz savaş meydanlarında değil, zihin meydanlarında kaybetmiş olacağız.
*
OdaTV'de, Hürrem Elmasçı imzasıyla yayımlanan ve okulların tatil oluşunu vesile ederek, Müslümanlara yönelik zulmüyle bilinen; masonluğu resmiyet kazanmış Hasan Âli Yücel'e güzelleme yapan bir yazıya denk geldim.
Söz, namluya sürülmeyi bekliyor...
Ama şimdilik, cuma gününü beklesin.