Yahudi kültüründe, kendilerinin günahlarına ‘keffaret olur’ inancıyla, her sene bir ‘keçi’yi, çölün uzak ve canavarların olduğu bir köşesine bırakma geleneği vardır.
Ama, aynı ‘günah keçisi’ anlayışı, özellikle Hristiyan toplumlarında sosyo-ekonomik buhran veya salgın hastalıklar esnâsında da görülür; suçlu sayılan Yahudi mahalleleri ‘getto’lar ateşe verilirdi.
***
Hele de son mahallî seçimler sırasında muhalefet partilerinin ‘günah keçisi’, Suriye’li sığınmacılardı. Bu yaklaşım, şimdilerde toplumun pek çok kesimlerine de yansıtılıyor. Halbuki, Başkan Erdoğan’ın daha geçenlerde partisinin m.vekilleriyle yaptığı istişare toplantılarında, bu konudaki yakınmalara, ‘Benden, Muhacir-Ensar Dayanışması’nı yok saymamı beklemeyiniz!.’ dediği medyaya yansımıştı.
***
Ama, son günlerde mâlûm Muhalefet’in merhametsizliği sosyal bünyemizi kanser gibi sarmaya başladı. Sığınmacılara karşı, zâhiren, sosyal disiplini sağlamak adına yayınlanan yönetmeliklerdeki emirlerin, alt birimlerde en sert uygulamalara dönüşmesiyle, zâlimâne sinyaller ortaya çıkmaya başladı.
Üstelik, petro-dolar şeyhlerinin vatandaşları da arabça konuştuğundan, onların mübtezel davranışları da Suriyeli ‘garibân taifesi’nin hânesine yazılıyor; seviyesiz laflar her kesime yayılıyor. Halbuki geçen gün, bir ekonomist siyasetçi, ‘Suriyeliler bu ülkeye en azından 30 milyar dolarlık servet getirdiler ve arab dünyasına da Türkiye’den büyük ihracât yapıyorlar’ demişti.
***
100 sene öncesinde emperyalistlerin aramıza sun’î sınırlar çizerek kopardığı, ama 400 yıl birlikte yaşadığımız ve Müslüman coğrafyalarını eski ve yeni Haçlılar’a karşı savunmak için, yüzbinlerce şehid vermiş insanların torunlarına karşı geliştirilen bu saldırganlık, daha da utandırıcı noktalara varabilir.
Evet, hepimizi düşündürmesi ve utandırması gereken bir çılgınlıkla, ‘Suriye’liler’ diye bir ‘günah keçisi’ oluşturulup, bir algı operasyonu ile olgu çarpıtılıyor.
***
‘Sığınmacı’ durumunda olanların ruh halini anlamak kolay değildir. Hani, idâm’a mahkûm olan kişi, kendisini teselli etmeye çalışan kişiye, ‘Sen hiç idâm edildin mi?’ diye sorar; öyle bir durum..
Bu satırların sahibi, ‘12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi günlerinde, hakkında, TCK 163’üncü maddeye muhalefetten mahkûmiyetleri ve 30’u aşkın ceza dâvası üzerine, doğduğu topraklardan gizlice çıkmış ve 35 yıl süren bir sığınma hali yaşamıştı. Evet, halkı Müslüman olan ülkelerde kendisini hiç yabancı hissetmedi, ama, yabancı olduğunu da unutmadı. Halkı Müslüman olmayan ülkelerde ise, hep bir yabancı idi.
***
Geçen gün, İran Meclisi’nde, bir Meşhed m.vekili, Afganistan sınırındaki Turbet-i Câm temsilcisine, ‘Sizin ecdâdınız Afganlılar İran’a saldırırken, biz bu vatanı korumuştuk!’ diye hışımla bağırıyordu; Trump’ın yabancı düşmanlığından farkı olmayan bir tavırla!
Yazık ki, benzer bir kaba tavır da, geçen hafta Trabzon- Uzungöl’de Irak Kürdistanı’ndan gelmiş kardeşlere de uygulanmıştı, tam bir ‘akıl tutulması’ ve idrak körlüğüyle..
***
Bu facia çapındaki yanlışlar, 22 Temmuz akşamı ülkenin en yüksek sorumlusuna da tlf. görüşmesinde aktarıldı.
23 Temmuz Yatsı vaktinde Almanya’dan gelen iki dostla ilerlerken, yazarMufid Yüksel’le karşılaştım. Oldukça hışımlıydı. Suriyeli 8-10 yaşında bir çocuğun -ne gibi bir yanlış yaptıysa- Camiin avlusunda ‘Karadenizli’ şivesiyle konuşan bir kişi tarafından dövüldüğünü görünce duruma müdahale ettiğini söyledi; kızgınlığı, onun da tepesine kanın fırladığını gösteriyordu.
Bu gibi,‘Gidin buradan, defolun!.’ yaklaşımları, bir Müslümanın diğerine söyleyebileceği bir söz olamaz ve sadece, bünyemize bir ‘nifak tohumu’ daha ekilmiş olur.
***
İslâm Milleti’nin birliğini korumak, her Müslümanın öncelikli hedeflerindendir.