Sokağımızın son dedesi Hacı Ahmet Danışman amcamız da Hakkın rahmetine yürüdü. Allah rahmet mağfiret eylesin çok sevdiği Peygamber Efendimiz (s) şefaat eylesin. Hayatı boyunca helal lokma peşinde rızkını aradı, evlatlarına bıraktığı güzel ahlak ve helal lokma bilinci en büyük mirası oldu, biz razıyız, Mevla da razı olsun kendisinden...
Böyle mahallemizin direkleri gibiydi o nur yüzlü amcalar. Onlar bizim emniyetimizi sağlayan dağlarımızdı. Gel zaman git zaman birer birer Hakka yürüdüler.
Fakiri fukarayı gözetir, garibi gurebayı kollar, cami cemaatini tanır bilir, yolda kalmışı, yetimi, talebeyi takip eder, az çok kütüphaneleri olur, gazete-kitap okurlar ama en çok da Kur'an-ı Kerim okumayı severler... Ahmet Amca'nın kütüphanesinden Prenses Kadriye Hüseyin Hanım'ın "Mukaddes İslam Kadınları" adlı iki ciltlik kitabını okumuştum.
Şimdi bakıyorum da galiba mahallenin ihtiyar heyeti içine girecek kadar büyükanne olmuşum. İnsanın kendini görememesi ne büyük nimet ve ne güzel bir unutkanlık! Teker teker gözlerden kaybolup artık fotoğraf karelerinde tebessüm eden büyüklerimizin yerini yavaş yavaş- hızlı hızlı doldurduğumuzdan gafiliz... Ve belli bir süre sonra bizler de mahallelerimizden, sokaklarımızdan uçup fotoğrafların arasına karışıvereceğiz...
Giderek artıyor ahirete olan hem inancım, hem de tanışıklığım. Neredeyse öte yandaki tanıdıklarım, bu yandaki tanıdıklarımdan fazladır. Ahmet Amcayı düşününce, "baki kalan bu kubbede hoş bir seda imiş" mısraının hakikatiyle aydınlanıyorum. Çünkü ardında hep güzel anılar kalmış. Ardından güzel konuşulan bir insan olmak ne büyük nimetmiş fark ediyorum...
İnsanoğlu ilk gurbetini dünyaya doğduğu anda yaşar der büyükler. Allah Teala'nın bizi evimize geri kabul edişidir öyleyse ölüm, diye geçiyor aklımdan. Bir gün hepimiz asli yurdumuza, asli evimize döneceğiz. Muhyiddin Arabi hz.'leri, "İnsan çok çabuk alışır ve unutkandır, bin bir mihnetle yaşadığı dünyadan ayrılışı onun için zor gelir, halbuki dönüş; yurdunadır" der...
Prof. Muhyiddin Şekür'ün de beni en çok etkileyen görüşlerinden birisi, dünyadaki olayların hikmeti hakkındadır, dünyadaki olaylar, insanlar ve dünya ile ahiret ilişkisi hakkında, bağlılık kavramını anlatır yazılarında. Her şey birbiriyle hikmetler bağlamında ilişkilidir.
Osman Amca, İhsan Amca, Ahmet Amca derken, mahalledeki çınarlarımız, sırayla güz kervanına katıldılar. Garip bir şey bu, bambaşka bir yetimlik gibi, modern zamanların sarmallaşmış ve çok çeşitlenmiş yalnızlıkları içinde, bir başka gurbet bu. Sokaklardaki yaşlıların, piri fanilerin, büyüklerin pır pır uçuverişi...
Rabbe'l Alemin'in merhameti çoktur lakin, onun bebeklere, beli bükük yaşlılara, ot otlayan hayvanlara olan rahmetinden özel olarak bahsedilir eski kitaplarda. Bunu da bir kez daha düşündüm son okunan selalar ile birlikte. Aslında o yaşlılarımız, o beli büküklerimiz belki de bizlerin yüz tutamağıdır, belki de koruyucu kalkanlarımız, rahmet mıknatıslarımızdır... Onların eksilmesi, rüzgarların eksilmesi gibi akarsuların kesilmesi gibi... Şimdi ara ki bulasın...
"Hanımefendi, ne olacak memleketimizin hali? Hanımefendi son olaylara ne diyorsunuz? Hanımefendi seçimlerin sonuçlarını nasıl buldunuz? Hanımefendi bir fukara hasta var, acaba ne yapsak, hanımefendi Kıbrıs, hanımefendi Çeçenistan, hanımefendi Filistin...' Saatler kurulduğu vakitleri nasıl şaşmazsa, Ahmet Amca da gündemi öyle takip ederdi... İstanbul aksanı ile hitap ederdi... Evi- kapısı açık, sofrası açık, kalbi- gözü açık bir amcamızdı işte...
Dünya, hatıralar yurduymuş meğer...
Allah rahmet eylesin, tüm ardından rahmetle konuşulanlara...