Ülkemizde son günlerde yaşanan gelişmeler, yalnızca bazı belediyelerdeki yolsuzluk iddialarını değil, aynı zamanda toplumun hukuk anlayışıyla da ciddi bir sınav verdiğini ortaya koymuştur. Şüphelerin üzerine gitmek yerine, şüphelerin üzerine örtü çekmeye çalışan siyasi refleksler; adalet mekanizmasını değil, kendi konumlarını koruma telaşındandır.
Yargının bir işlem yapması için siyasi direktif beklemesini isteyenler, açıkça hukuk devleti fikriyle çatışmaktadır. Birileri için "dokunulmazlık" talep etmek, doğrudan adaletin boynuna geçirilmiş bir urgan istemektir.
Belediye çalışanları hakkında yürütülen adli soruşturmalar, toplumun farklı kesimlerinde çeşitli tepkilere yol açmış, mesele ne yazık ki ana muhalefet partisi tarafından hukuki zeminden uzaklaştırılarak politik bir çekişme alanına sürüklenmiştir.
HUKUK DEVLETİ NE DEMEKTİR?
Hukuk devleti; iktidarın sınırlandırıldığı, görev ve unvanı ne olursa olsun herkesin kanun önünde eşit kabul edildiği, yargının bağımsız ve tarafsız şekilde karar verdiği bir sistemdir. Bu rejimde, yargı mensupları görevlerini sadece Anayasa'ya, kanunlara ve vicdani kanaatlerine dayanarak ifa ederler.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 160. maddesi gereği, bir suç işlendiği yönünde makul bir izlenim oluştuğunda, Cumhuriyet savcıları soruşturma açmakla yükümlüdürler.Bu, bir inisiyatif değil, bir sorumluluktur. Soruşturma süreci; bir kişiyi suçlu ilan etmek değil, maddi gerçeğe ulaşmak amacıyla yürütülen titiz bir hukuk faaliyetidir.
Dolayısıyla "neden soruşturma başlatıldı" sorusu, ceza muhakemesi sistematiğinde yanlış bir sorudur. Asıl mesele, soruşturmanın hukuka uygun yürütülüp yürütülmediğidir.
SUÇ ŞÜPHESİ VE MASUMİYET KARİNESİ
Yargı sürecinin en temel ilkelerinden biri de masumiyet karinesidir. Bir kişi hakkında soruşturma başlatılmış olması, o kişinin suçlu olduğu anlamına gelmez. Aynı şekilde, hakkında şüphe bulunan bir kişiye "nasıl olur da soruşturma açılır?" demek de hukuk devleti ilkesine aykırıdır.
Toplumda oluşan reflekslerin çoğu zaman siyasetçiler tarafından manipüle edildiği ve yüzeysel saiklerle şekillendiği bu tür durumlarda, asıl zarar gören, hukukun evrensel prensipleridir. Hâkim ve savcılara yönelik mesnetsiz ithamlar, yalnızca bu kişilerin değil, aynı zamanda toplumun adalet duygusunun da zedelenmesine yol açmaktadır.
YARGIYA YÖNELİK SİYASİ BASKI İDDİALARI
Elbette yargı, toplumsal denetimin ve eleştirinin dışındadır diyemeyiz. Ancak bir eleştirinin sağlıklı olabilmesi için, en azından dosya içeriği ve yürütülen usuller hakkında bilgiye sahip olunması gerekir. Oysa bugün kamuoyunda yapılan birçok değerlendirme; yargı sürecine dair bilgi sahibi olmadan, yalnızca "duygusal, siyasi veya ideolojik reflekslerle" yapılmaktadır.
Hepsinden önemlisi, bazı çevrelerin soruşturma süreçlerini doğrudan Cumhurbaşkanlığı makamı ile ilişkilendirmesi; hukuken dayanaksız olmasının ötesinde, yargının tarafsızlığına yönelmiş açık bir saldırı niteliğindedir. Cumhuriyet savcıları bağımsızdır; emir almazlar, siyasi telkine göre davranmazlar, davranamazlar. Aksi durum, bir hukuk devletinde düşünülemez.
SABIR VE SAĞDUYU
Adaletin işlemesi, bir toplumun en derin ortak değeridir. Bu değer zedelendiğinde, onu tekrar onarmak nesiller sürebilir. O hâlde bugün bize düşen; yargının sessiz ama kararlı işleyişine güvenmek, hüküm verme görevini yalnızca mahkemelere bırakmak ve henüz tamamlanmamış soruşturma süreçlerini yargısız infaza dönüştürmemektir.
Hukuka saygı, yalnızca yargıçların değil; hepimizin, her gün verdiği küçük ama hayati bir sınavdır. Bu sınavı geçmek; ancak sabır, sağduyu ve adalet duygusuna sahip çıkarak mümkündür.
YARGI SİYASETİN HİZMETKÂRI DEĞİL, TEMİNATIDIR
Suçluyu kollamak için yargıyı suçlamak; yalnızca ahlaki bir çöküş değil, anayasal düzenin de ihlalidir. Gerçek adalet arayanlar, soruşturmalardan değil; soruşturmaların engellenmesinden rahatsızlık duyar. Bugün ortada rahatsız olunması gereken bir şey varsa, o da suç iddialarının üzerinin örtülmesi için yürütülen organize sessizliktir.
Artık herkes şunu bilmelidir: Bu ülkede hiçbir sıfat, hiçbir rozet, hiçbir siyasi kimlik; suçu örtmenin, adaleti bastırmanın ve toplumu yanıltmanın gerekçesi olamaz. Adaletin terazisiyle oynamaya kalkanlar, bir gün mutlaka o terazinin önünde hesap verirler.