Kimse öküz altında buzağı aramasın. "Soyadı Kanunu"nu tartışma derdinde değiliz! Ancak, millete yapılan operasyonu da görmezden gelemeyiz.
Biraz geriden başlayalım...
Saltanat'ın kaldırılmasıyla Osmanlı devleti fiilen yıkıldı. Hilafet'in ilgasıyla Müslümanlar sahipsiz kaldı. Alfabe değiştirilerek geçmişle bağımız koparıldı.
Böylece Türk Milleti, istenilen her şeklin verilebileceği bir "hamur" haline getirildi. Geriye; Sabetayist, Yahudi, Ermeni, Rum militanlarla; (idrarla su misali) kimsenin ayıramayacağı şekilde karıştırarak "mayalamak" kalmıştı!
ENFEKSİYONLAR, İTTİHATÇILARLA VÜCUDA GİRDİ
İttihat ve Terakki; Masonların, Yahudilerin, Dönmelerin, Rum ve Ermenilerin "harman" olduğu bir örgüttü. Mesela Paris'teki I. Jön Türk Kongresi'nin 47 delegesi, Türk, Arap, Çerkez, Arnavut, Yahudi, Rum ve Ermeni komitacılardan oluşuyordu.
İttihatçılar, bu işbirlikçilere olan borcunu, Osmanlı devletini peşkeş çekerek ödemişti! Özellikle Yahudiler devlete hâkim olmuş; Anadolu, Mason Locaları ve Misyoner okullarıyla dolmuştu.
Mustafa Kemal'in talimatıyla "Başdanışman" tayin edilen Hahambaşı Hayim Nahum'un Lozan'daki çabasıyla, Selanik'teki Yahudiler ve Sabetaylar Türkiye'ye gelmişti!
KİM BU SABETAYLAR?
Sultan II. Bayezid Han döneminde Haçlı zulmünden kurtarılarak İzmir'e yerleştirilen Yahudilerin torunlarından Sabetay Sevi, 1648 yılında kendisini "Mesih" ilan etmişti. Hahambaşının şikayeti üzerine, 16 Eylül 1666 tarihinde Edirne'ye getirilerek bilirkişi heyeti önünde "Mesih"liğini ispat etmesi istenmişti.
Zira, Yahudilere göre Mesih'e kurşun işlemiyordu! Sabetay da Mesih ise, okların, vücuduna işlememesi gerekiyordu!
Bu teklif karşısında titremeye başlayan Sabetay, "Mesih"lik iddiasını inkar etmiş; kelime-i tevhid söyleyerek Müslümanlığa "döndüğünü" iddia etmişti! Tabii ki yalan söylemişti. Ancak "Beyan esastır" hükmü gereğince, 150 akçe yevmiye ile Saraya "devşirme" alınmıştı ama "Aziz Mehmed Efendi" adıyla sarayda kaldığı 7 yıl boyunca, Yahudilerle gizlice görüşerek "Mesih"liğini sürdürmüştü!
Nitekim Kuruçeşme'deki bir havrada yakalanınca Arnavutluk'a sürülen Sabetay Sevi, burayı da "Sabetaycı merkezi" haline gelmişti. Ayrıca, "milenyum" versiyonu Fetullah Gülen gibi, sürgünde de Osmanlı'dan maaş almaya devam etmişti!
17 Eylül 1676'de ölümü üzerine "Ayşe" adını kullanan münafık karısı Yohebed, 300 civarındaki Sabetaist aileyle birlikte, Selanik'e taşınmıştı. Örgüt halinde, "Müslüman görünen Yahudiler" olarak yaşamaya devam etmişlerdi. İttihat ve Terakki'nin de, "üs" olarak kullandığı Selanik'te, kendilerini iyi yetiştirerek güçlenmişlerdi. 1914 yılında, Selanik'teki "Dönme" sayısı 80 bine ulaşmıştı.[1]
DEVLETİ BÖYLE ELE GEÇİRDİLER
II. Meşrutiyet ilanında büyük rol oynayan Yahudiler/Sabetaylar, İttihat ve Terakki'nin patronu gibiydi! "İttihatçı" olarak payitahta avdet eden üst düzey Sabetayistler, devletin kilit noktalarını ele geçirmiş, adeta "Sabatay iktidarı" kurmuşlardı. Şemsi Efendi, Mustafa Arif, Mehmed Cavid, Faik Nüzhed ve Muslihiddin Arif... Müslüman ismi taşıyan nice nazır vs. aslında "Dönme" (Yahudi) idi.[2]
Zira, "Yeni Türkiye"yi dizayn eden Yahudilerden "Vatandaş Türkçe Konuş" kitabının yazarı Abraham Galante'ye göre Dönmeler, Yahudilerle ilişkisi olsun veya olmasın, tamamı birer Yahudi'dir.[3]
Tarihçi Ahmet Refik, "Peş peşe girilen savaşlarda Türkler zarar görse de Rumlar, Ermeniler, Yahudiler ve Dönmeler zenginleşti" diye yazdı. Dönmeler ayrıca, kendilerini İslamî bir görünüm altında saklayarak Türkleri aldattı.[4]
Bağımsızlığını kazanan Yunanistan, ticareti tamamen ele geçirmiş olan Yahudi ve Sabetayistleri, "1924 Nüfus Mübadelesi" sayesinde başından atmıştı.[5]
"YENİ TÜRKİYE"Yİ BİRLİKTE KURDULAR
Türkiye'de, etnik ve inanç farkları yok edilerek "yeni bir millet" inşa etme dönemiydi. Asimilasyoncu Abraham Galante, "Andımız" yazarı, İslâm düşmanı Sabetayist Reşid Galib gibi isimlerin fikir öncülüğünde yürütülen "Yeni Türk kimliği" süreci ve sonraki yıllarda devreye giren Soyadı Kanunu, Dönmelere kolay kamuflaj fırsatı vermişti! Önemli ve kritik mevkide rol alan Sabetaylar, "itibarlı" Türk vatandaşı olarak tescillenmişti![6]
Hatta Mustafa Kemal Paşa, "Modern Türkiye"yi, yakından tanıdığı bu hemşerileriyle birlikte kurmuştu. "Dönme elitler" çok önemli fonksiyonlar üstlenmişti! "Moiz"ler "Munis" olmuş, "Türk'ün Yeni Amentüsü"nü yazarak, "Yeni Türkiye'ye yeni din" bile uydurmuştu!
2 Şubat 1923'te İzmir'deki konferansta Rafael Amato'nun, "Musevî vatandaşlar hakkındaki fikriniz nedir" sorusu üzerine Mustafa Kemal'in verdiği, "Yahudiler bundan böyle mutluluk ve refah içinde yaşayacaklardır" garantisini çok iyi değerlendirmişlerdi![7]
Özellikle "Dışişleri Bakanlığı"na çok önem veriyorlardı. 1920 yılında Türkiye Komünist Partisi'ni kuran ve 4 Mart 1925'ten, Mustafa Kemal'in ölümüne kadar Dışişleri Bakanlığı yapan Tevfik Rüştü (Aras) bir "Dönme" idi ve bakanlık kadrolarının tamamına Yahudileri yerleştirmişti.[8]
İNKILAPLAR SAYESİNDE "TÜRK" OLDULAR
Tam bu dönemde devreye girmişti Soyadı Kanunu...
21 Haziran 1934 tarih ve 2525 sayılı kanunla herkese "soyadı" zorunluluğu getirilmişti.
Meclis'teki görüşmelerde, "Aşiret hayatı, Orta Çağ'a ait bir tarzdır, ayrılık ifade eder. Bunları silmek lâzımdır" diyen Dahiliye Vekili Şükrü Bey'den, "İsim meselesinde salahiyeti vardır" dedikleri Salâh Cimcoz'a kadar herkes konuşmuştu. Soyadının, "Türkleri gülünç vaziyete sokan Arapça nebatat, hayvanat isimlerinin ayıklanmasını sağlayacağı"na kadar her ayrıntı dile getirilmişti![9]
Ancak bir tane CHP mebusu da çıkıp, "Peki, 'Herkes istediği soyadını seçsin' diyoruz da, ecnebilerin de arzu ettiği soyadı seçerek en 'kahraman' biri haline gelivermesi, vatanı kurtarmak için her şeyini feda eden milletimize karşı büyük bir haksızlık olmayacak mı" diye sormamıştı!
Tam aksine kanunun 3. maddesinde, "Yabancı ırk ve millet isimleri, soyadı olarak kullanılamaz" diyerek, enfeksiyonlu unsurların kamuflajını teşvik etmişlerdi!
SOYADI KANUNU NASIL UYGULANDI?
Kanunun uygulanması için Anadolu'ya "Nüfus Memurları" gönderilecekti. Bunlar her aileye "soyadı" verecekti.
Tabii ki Latin harfini bilenler gidecekti! Yoksa Harf İnkılabı zarar görecekti. Bu sebeple meydan kendiliğinden, Latin harfleriyle okuyan ecnebilere kalıyordu!
Bu "zaruret"e(!) ilaveten CHP yönetimi, özellikle İslâmî değerlerle "hasım" olan ve Türkleri "böcek" gibi gören "Batıcı" züppeleri Anadolu'ya göndermişti!
Bunlar, halkı sıraya diziyor ve aklına esen soy isimlerini veriyordu. Dizi ve filmlere konu olan uygulama tam bir diktatörlüktü. Aileler, nesillerdir devam eden lakap ve unvanlarının "soyadı" olarak verilmesini istiyordu ama vermiyorlardı! Hakkını savunmaya çalışana ise "Huysuz" soyadını yapıştırıyorlardı!
Zaten "ağa, hacı, hafız, hoca, molla, efendi, bey, beyefendi, paşa, hanım, hanımefendi, hazretleri" gibi ifadeleri "Kanun" yasaklamıştı. Latin harflerini okuyamayan insanların eline bir liste verip, "Seç" diyor veya akıllarına esen soyadı veriyorlardı.
Sinsi bir hıyanet, ince ince işleniyordu! İstanbul, Ankara ve İzmir başta olmak üzere vilayetlerdeki "okumuş" ecnebiler, Ermeniler, Yahudiler, Sabetayistler; en anlamlı, en cazip soyadları seçiyorlardı. Ama bu vatanı kanıyla kurtaran Anadolu halkına, saçma sapan kelimeleri "soyadı" yapıyorlardı. Tek parti zulmü altında kamburu çıkmış milletin sırtına, nesiller boyu devam edecek yeni bir "kambur" yüklüyorlardı!
Aynı zulüm, "isim" konusunda da sergilenmişti. Ailelerin kendine uygun gördüğü isimler, "Arapça" veya "Kürtçe" gerekçesiyle reddediliyordu. Bu zorbalık yüzünden özellikle Doğu'da yüzbinlerce vatandaşımız "kayıt dışı" kalmış, devletin hiçbir hizmetinden yararlanamamıştı!
Soyadı Kanunu'nun bu şekilde, Anadolu'ya gönderilen CHP görevlilerinin keyfî uygulamaları çerçevesinde, tamamen rastgele uygulanmasının en vahim sonuçlarından biri de, güçlü ve köklü sülalelerin parçalanması şeklinde tezahür etmiştir. Zira, savaş ve sonrasındaki göçlerle farklı illere dağılan Türk boylarına mensup ailelere, her ilde hatta aynı ilin ilçelerinde farklı farklı soyadları verildi. Bunun sonucu olarak da, bu güçlü kabilelere mensup aile ve bireyler, sadece bir nesil sonra birbirine tamamen yabancı hale gelmişti!
DEPREM ENKAZI MI, HAYVANAT BAHÇESİ Mİ?
Hiç dikkatinizi çekti mi? Anadolu'da "Çalı, Çırpı, Taş, Toprak, Demir, Çelik, Öküz, Katır, Sıçan, Ayı, Aptal, Yalama, Yuvarlak, Donsuz..." vb. şeyler, yazamadığım cinsel ifadeler, hakaretamiz kelimeler "soyadı" olarak taşınmaktadır!
Öte yandan, "Nüfus Memuru" maskeli ecnebiler, Türkçeyi tam bilmediği için çoğunu hatalı yazmış ve öylece kalmıştı!
Zira yanlış veya saçma soyadını değiştirmek için bürokratik oligarşi labirentlerini, mahkeme zulümlerini aşmanız gerekiyordu!
2017 yılındaki "kolaylaştırma" sayesinde yüzbinlerce kişi soyadını değiştirmiş olmasına rağmen, "en fazla soyadı" sıralamasında hâlâ "Yılmaz"dan sonraki 3 sırayı "Kaya" (1.154.158), "Demir" (1.105.381) ve "Çelik" almaktadır.
Sanki "moloz yığını" yapmışlar!
Sanki Türk milletini "enkaz"a çevirmiş; bu soyadları özellikle vermişler!
Köyde yaşayanlar bilir, bir kar fırtınası eser ve her yeri dümdüz ederek, nice alçakları, çukurları gizler. Fakat bu "soyadı fırtınası" çok daha şiddetliydi! Sadece "çukur"ları yükseltmekle kalmadı, yüksek tepeleri de törpüleyerek, yükseltilen çukurlarla aynı seviyeye indirdi.
Alın size "eşit vatandaşlar"dan oluşan dümdüz bir Türkiye!
[1] Abraham Galante, Sabetay Sevi ve Sabetaycı Gelenekleri, ZVİ-Geyik Yayınları, İstanbul 2000, s. 102.
[2] Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri, s. 106; Soner Yalçın, Efendi: Beyaz Türklerin Büyük Sırrı, Doğan Kitap, İstanbul 2004, s. 59.
[3] Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri, s. 109.
[4] Marc David Baer, The Dönme, Stanford University Press, Stanford 2009, s. 136.
[5] Sabetay Sevi ve Sabetaycıların Gelenekleri, s. 108.
[6] Cengiz Şişman, Suskunluğun Yükü, Doğan Egmont Yayıncılık, İstanbul 2015, s. 327, 335.
[7] Sadayi Hak, 3 Şubat 1923; Le Levant, 3 Şubat 1923.
[8] Suskunluğun Yükü, s. 358.
[9] TBMM Tutanakları, 16 Haziran 1934, s. 192; 21 Haziran 1934, s. 246.