Bugün ülkemizde hayırlısıyla bir yerel seçime daha gidiyoruz. Yerel seçimlerde, şehirlerimize hizmet verecek kadroları seçeriz. Bir şehir neye ihtiyaç duyar, bir şehir halkı nasıl daha insanca hizmet alır sorularına cevap vereceğimiz yegane andır, seçim sandığının önünde, elimizdeki zarfla durduğumuz an...
Bendeniz İstanbul'da doğmuş, büyümüş ve yaşlanmakta olan bir vatandaş olarak, İstanbul'uma ve İstanbul'da yaşayan milyonlarca hemşehrime, doğru ve etkin hizmetler verecek bir kadroyu isterim şahsen. Şehrimizin temel sorunları dediğimizde, İstanbul'da ilk aklımıza gelen şey trafik, bir diğeri ise, kent nüfusunu kaldıracak şekilde düşünülmemiş şehir yapılaşmasını bir yandan ıslah ederek, diğer yandan depreme dayanıklı bir şehir imar etmek çok da kolay olmasa gerek...
Kim başkan olursa olsun işi çok zor! Çünkü İstanbul nüfus itibariyle Avrupa'daki bazı ülkelerden bile kalabalık bir nüfusa sahip. Şehir yaşamı, aynı zamanda profesyonel yaşam demek, yani işler hiç gecikmeden, aksamadan tıkır tıkır işlemek zorunda. Otobüsler zamanında gelip, zamanında varmalı okullara, hastanelere, iş yelerine. Metrobüsler, yeterli sayıda ve aksamadan işlemeli. Metro'lar, tramvaylar, vapurlar da öyle...
İyi yönetilen bir şehir saat gibi çalışır.
Kötü yönetilen bir şehirse saatli bomba gibidir her an patlayabilir... Bu teraziyle bakıldığında İstanbul'daki aksamaları adeta bir mayın tarlası gibi hep birlikte yaşıyoruz son yıllarda. Metrodaki hatlar, vaktinde çalışmıyor veya çalıştığında aniden duruveriyor, yerin bilmem kaç kat altında balık istifi gibi bekleyen insanlar için tam bir çile... Derken, otobüsler denize düşüyor, bir kar yağdığında trafik felç oluyor, kar altında kilometrelerce yürüyerek evlerine ulaşmak zorunda kalan insanlarla dolu bu şehir...
Hastaneye yetişemezsin, okuluna yetişemezsin, işine yetişemezsin... Otobüste doğum yapan, metroda mevta olan insanları var bu kentin... Biz İstanbul'da, bir yerden yere yetişemeyenlerin şehrinde yaşıyoruz...
İnsanlar hırçın, insanlar asapları bozuk, insanlar moralsiz, insanlar sert, insanlar sinirli, İstanbul'da yüzler gülmüyor...
Biz altta bütün bunları yaşarken, üsttekiler başka hesapların peşinde koşuyor anlaşılan. Sesleniyoruz sesimizi duyan yok, bak bize diyoruz gören yok, söyle bize diyoruz "sen misin zibidi" diye cevap veriyorlar... Nedir bu Allahaşkına? Nasıl bir saygısızlık, nasıl bir nefret...
Ne zamana kadar sürecek bu çelişki? Tertemiz bir şehirde insanca yaşamak ve o kentin kültürüne kendinizi ait hissederek yürüyebilmek varken, niçin hala eskimiş ideolojilerin, Anadolu insanını dışlayıp öteleyen sahte elitliğin, belediyeciliği sadece siyaseten atlama taşı olarak gören acullüğün peşinde koşalım...
Vah İstanbul'umun çar çur edilmiş yılları...
Şehir halkı, kendisiyle ağlayıp, kendisiyle birlikte gülen bir belediye başkanı arıyor, açık söyleyeyim. Gecesini gündüzüne katan, kalbi şehri için çarpan bir başkan istiyoruz... Rahmetli Başkanımız Kadir Topbaş, bazı geceler kendisini uyku tutmadığını, pencereden sokak lambalarıyla aydınlanan evlere, apartmanlara, sokaklara bakarken, gözlerinden yaşlar gediğini, Allah'a uyumakta olan bu şehir halkına, layık oldukları şekilde güzelce hizmet etmek için dualar ettiğini söylemişti bir görüşmemizde...
Şehre ve şehir halkına hizmet etmeyi dava edinebilmiş, gözüne geceleri bile uyku giremeyen, sorumluluk sahibi bir başkan ve ekibini seçme şansı bugün elinizdedir işte!
Sandığa oy vermeye gittiğimizde, şehrimizi gönül rahatlığıyla emanet edeceğimiz bir "şehremini" seçeceğiz inşallah.