Okuyucularla Hasbihal
Pazar günleri, muhterem okuyucularımızın eleştiri ve görüşleri etrafında yaptığımız bir Hasbihal'e daha sağlık-âfiyet üzere, hayırlı çalışmalar dileği ve selâmlarımızla başlıyoruz..
Ancak, bu haftaki 'Hasbihal'de pek çok okuyucunun Sûdan'da yaşanan içsavaş trajedisiyle ilgili mesajlarına cevap vermek isterken, tek bir konuyla yetinmek zorunda kaldık.
*35-40 kadar okuyucuların mesajlarından ayrı olarak, Sûdan konusuna daha yakın ilgi gösterdiği anlaşılan Levent AKINCI isimli okuyucu diyor ki: 'Sizden Sûdan'da yaşanan büyük iç boğuşma konusunda etraflı bir yazı bekliyorum.. Ben, 'Sûdan' deyince direk iki ismi hatırlıyorum. Sûdan Sultanı Ali Dinar; diğeri, Sûdan'lı Mûsa..
Sultan Ali Dinar, 1. Cihan Harbi'nde 'Hilâfet-i İslamiye'nin merkezi olan İstanbul'da, 'Cihad' fermanı ilân edildiği zaman, İngiliz emperyalizminin güçlerine karşı mücadele ederken, 1916'da şehîd olmuştu..
Ve Sûdan'lı Mûsa ise... Ömrü, Osmanlı'nın (istihbarat teşkilatı olan) 'Teşkilat-ı Mahsusa'nın ünlü ismi Kuşçubaşı Eşref'in fedaîsi olarak geçen bir yiğit, Müslüman.. Sûdanlı Mûsa, cepheden cebheye koşan, Trablusgarp, Balkan, Filistin, Yemen ve Çanakkale muharebelerinde bulunmuş ve 1919'da, yeni bir mücadeleye hazırlanırken İstanbul'da hastalanıp vefat etmiş idi..
Ümmet kardeşliğine ve birliğine dair hiçbir şey anlatmayan laik rejimin tarih kitaplarında anlatılmaz bunlar..'
*
--Evet, bu kardeşimizin yazdıklarını bu kadar özetleyebildim..
Sûdan'da son olarak yaşanan iç-savaş sahneleri ve yaklaşık 60 bin civarında sivil halkın katledilmesine de yol açan felaket karşısında konuşmak zor..
Anacak, bundan da önce belirtelim ki, laik sistemin tarih kitaplarında çok matah bir şey gibi ele alınan Lozan Andlaşması'na değinmeden bu konulara yaklaşmamızın mantığını izah edemeyebiliriz..
Düşünelim ki, Lozan Andlaşması'nda Ankara Hükûmeti, Kıbrıs adasını bile, (21. maddede) 'Ankara, cezire-i Kıbrıs'ı / (Kıbrıs adasını) bir İngiliz adası telakki eder..' diye bağışladığı gibi; 17. maddede de 'Ankara Hükûmeti, , Mısır ve Sûdan üzerindeki bütün haklarından vazgeçer..' denilmişti.
Mısır ve Sûdan üzerindeki haklar neydi?
Osmanlı oralarda sömürgeci miydi ki, oraları bir başka sömürgeci ülkeye, İngiliz emperyalimine bırakıyordu?
Elbette hayır!.. Sûdan'daki, halk kitleleri, İstanbul'u, 'Hilâfet merkezi' olarak kabul ediyor ve oradan gelecek emirleri, fermanları, şer'an 'Vâcib'ür-riayeh..' (itaat olunması vâcib/ farz olan bir kanun) olarak kabul ediyordu.. İşte o haklardan vazgeçiliyordu..
Ne de olsa, Hilâfet-i İslamiye makamının ileride müsaid bir zamanda bir punduna getirilip buharlaştırılacağı da planlanmıştı..
Şimdi, Amerikan Başkanı Trump, nasıl ki, 'Nijerya'da sevgili Hristiyanlarımız katlediliyor, öyleyse biz de onları korumak için, ordumuza , 'hazır ol!' emri verdik' diyorsa, dünlerde de İstanbul'daki Halife, uzak diyarlardaki Müslümanları ve hattâ Müslüman olmayan ve kendilerinin kurtarılmasını, korunmasını isteyen sivil halk kitlelerinin yardımına da ordular gönderiyordu. Dünya devleti ve dünya çapında bir güç odağı olmanın tabiî neticesi olarak o yardımlar isteniyordu.
Lozan Andlaşması ile ise, artık, o bölgelerdeki mahallî güçlerin meşru olup olmadığını teyid etmek için İstanbul'daki Hilâfet merkezinden bir tasvib / onay gelmesinin beklenmesine son veriliyordu..
Okuyucumuzun sözünü ettiği Sudan konusunu anlamak için, Sûdan Sultanı Ali Dinar'dan da önce, 1875'lerdeki ünlü 'Mehdi'y-i Sûdanî'yi (Sûdan Mehdisi olarak ünlenen Ahmed Muhammed'i) de hatırlamak, tanımak, anlamak gerekir.. Mehdi-^y-i Sûdanî, , 'Sûdan Mehdisi' olarak bilinen ve İngiliz emperyalimine karşı halkı teşkilatlandırmış bir yiğit mücahid lider vardı.. Bir gece, Omdurman yakınlarında, Nil Nehri üzerindeki bir adada Omdurmann Kalesi olarak korunan ve General Gordon komutasındaki 12 bin kadar İngiliz askerinin barındığı mekâna, Mehdi'y-i Sûdanî binlerce müridiyle ve kayıklarla ulaşıp, orada bulunan bütün İngiliz askerlerini kılıçtan geçiren ve General Gordon'u da öldüren bir baskın gerçekleştirmiş ve haber, o zamanki ünlü İngiliz kraliçesi Viktoria'ya bildirildiğinde Kraliçe üzüntüden felç olmuştu.. (İlginçtir, General Gordon, bir İngiliz filminde, dünyaya medeniyetin temsilcisi olarak tanıtılırken, Mehdi ve askerleri de elbette ki vahşi barbarlar olarak gösterilmiş ve o film, 1990'lı yıllarda Türkiye'de televizyonlarda da gösterilmiş, o 'nazik ve medenî' (!?) General Gordon'un (Sûdan halkının telaffuzuyla, Gordon Başa'nın) vahşice öldürülmesine, Müslüman halkımızdan nicelerinin de gözyaşı dökmesi sağlanmıştı..)
Konunun bir başka yönü daha vardı.. 1877-78'deki Osmanlı- Rusya Savaşı'nda Osmanlı ağır yenilgiler alıp, Rus orduları hem Kafkaslar'dan Erzurum'a, hem de Balkanlar'dan (bugün üzerinde Moldavia (Buğdan) , Romanya ve Bulgaristan gibi ülkelerin yaşadığı ) Osmanlı topraklarını geçip İstanbul önlerine, tâa bugünkü Yeşilköy'e (Ayastefanos'a) kadar dayandığı zaman.. Osmanlı çaresiz kalmış ve o zamanın dünya lideri kabul edilen İngiltere de, İstanbul'un Rusya eline düşmesini kendi dünya siyaseti ve stratejisine aykırı bulduğundan, Osmanlı'ya yardım teklif etmişti..
Amma, elbette bazı şartlarla.. Bunlardan birincisi, Mehdi'y-i Sûdanî'nin suçlanması ve diğeri de, İngiliz güçlerini konuşlandırmak için Doğu Akdeniz'de müsaid bir yer tahsisi.. Bunun için en müsaid yer de Kıbrıs adası olarak belirtilmişti.. Osmanlı ulemâsı, o şartlarda, İstanbul'un kurtarılması için, Mehdi'yi Sudanî'nin inancının İslam'la ilgisinin olmadığı yönünde suçlayıcı açıklamalarda bulunmuş ve Kıbrıs'ın da 'intifa (faydalanma) hakkı'da, -mülkiyeti Osmanlı'da kalmak şartıyla- saltanat makamına yeni geçmiş olan Sultan 2. Abdulhamîd tarafından İngiltere'ye bırakılmış ve Rusya da, daha ileri gidecek olursa, İngiltere ile karşı karşıya geleceğinin endişesiyle İstanbul önlerinden geri çekilmişti.. (Elbette , 1884'de, o dönemin ünlü Alman lideri Bismarck'ın çabalarıyla tertip olunan Berlin Kongresi'nde, 550 yılı aşkın zamandır, Osmanlı'nın elinde olan Balkanlar'daki vatan toprakları (bugünkü Bulgaristan ve Romanya gibi yerler) de elden çıkacaktı.)
*
Daha sonra, 1914'de, Birinci Dünya Savaşı patlayınca, Osmanlı, Almanya ile müttefik olup, İngiltere ile savaşa girince.. İngiltere, Kıbrıs adasının ilhak ettiğini, kendi topraklarına kattığını açıklamış, Osmanlı bu ilhak'ı kabul etmese de, Lozan'da, bu adanın İngiltere'ye aidiyeti kabullenilmişti..
Tabiî bu arada, İngiliz emperyalizmi Mısır ve Sudan üzerindeki tahakkümünü güçlendirmiş ve Mehdi'y-i Sûdanî'nin 1885'de vefatından sonra.. Afrika'da daha bir azadâne , dilediği gibi at koşturmuştu.. (Bu arada,1980'li yılların ortalarında Sûdan'da serbest seçimle iktidara gelen Sâdıq el'Mehdî'nin Mehdi'y-i Sudanî'nin torunu olduğunu da belirtelim..)
Bu tarihî acı tarihî hadiselere biraz baktıktan sonra..
*
Gelelim, Sudan'daki son iç-savaş'a..
Ancak, önce, Müslüman halkların güçlenmesini elbette istemeyen emperyalist güçlerin, kendi adamları olan kişi veya kadrolar eliyle özellikle de askerî darbeler yaptırdıklarını bir kez daha hatırlayalım.
Bu cümleden olmak üzere, Sûdan'ın güneyindeki halkın yüzde 60 kadarının Hristiyan olduğu biliniyordu.. Sûdan'ın zengin altın ve petrol yataklarının ele geçirilmesini isteyen emperial güç odakları, 'Sâdık 'El'Mehdî'yi en güvendiği komutanlardan Ömer el'Beşir eliyle 1980'li yılların sonunda iktidardan uzaklaştırmışlardı. Bu arada, Güney Sudan diye ayrı bir devlet kurulmuş, Sûdan bölünmüştü..
Sonraki yıllarda da, Sûdan'ın batısındaki Darfur bölgesinde Afrika'nın yerli halkına karşı 'arab kavmiyetçiliği'ni temel ilke kabul eden 'Can-cavid'ler denilen milis güçlerini Batı'daki Darfur bölgesindeki yerli halka yaptıkları ağır baskılar bir iç-savaşı beraberinde getirmişti ve sonra da 'Canjavid milisleri' ve Darfur bölgesindeki otoriteyi sağlamak oluşturulan Hızlı Destek Güçleri denilen bir askerî güç, başkent Hartum'daki hükûmete de baş kaldırdılar.. Bu arada, 'Arab Baharı' denilen sosyal patlamaların Sûdan'ın nasibine düşen kısmında Ömer el'Beşir'in, çeyrek yüzyılı aşan iktidarı devrilmiş ve General Burhan idareyi ele geçirmişti..
1. Ancak, başlangıçta Darfur Buhranı için teşkil olunan 'Hızlı Destek Güçleri'nin kontrolü de ayrı bir problem olmuştu ve onları itaat altına almak istendiğinde , işte şu son ylardaki çatışmalara kadar gelinmiş ve Hartum'daki merkezî hükümete karşı çıkan 'Hızlı Destek Güçleri' denilen askerî birlikler, hele de arab kavminden olmayan halkları kanlı şekilde ezmekten medet ummaya başlamışlardı.. Bu arada 5 milyon kadar Sûdan'lı Mısır'a sığınmıştı.. Son 1 ay içinde, öldürülen sivillerin sayısının 80 bine ulaştığı belirtiliyor..
Şimdi, durumunu nereye varacağı kestirmek zor..
Hartum'daki merkezî hükûmetin başında bulunan General Burhan, 'Bu konuda Sûdan'a yardımcı olmak isteyenler, sakın bizden ateş-kes talebinde bulunmasınlar, isyancı güçler silahlarını teslim etmedikçe, savaş devam edecek..' demektedir.
Meselenin kördüğüm olduğu bir diğer nokta da burası.. Çünkü, Türkiye'nin konuyla ilgilenmesinin yolu da, böylece en azından kısıtlanmış oluyor.
Sûdan halkının yeni bir 'Mehdi beklentisi' içinde olduğunu söyleyen bir kısım Sûdanlıların iddiasının, yaşanan bu trajediler içinde kolayca reddedilemiyeceği de bir diğer bir çetin mesele..
*