Necip Fazıl Kısakürek, büyük bir şair. Kaldırımlar şairi kimliğiyle sahnede yerini alır. Sonra nice şiirler gelir. Sakarya bir türküdür. Neyin türküsü? Coğrafyanın, tarihin, imanın ve isyanın türküsü. Coşkun akar, insanı başka âlemlere kanatlandırır. İnsan dil, musiki, imge zenginliğinde yıkanır. Necip Fazıl'ın ifadesiyle "ülkesinde parya" haline getirilen insanlara "üfler". Onlara soluk verir. Rahmanın soluğundan Necip Fazıl'ın hissesine düşen soluk!
Bastırılmış, susturulmuş, hapsedilmiş, idama gönderilmiş, medreseleri ve tekkeleri kapatılmış, âlimleri darağacına çekilmiş bir millet. Bu millet hakikaten "ülkesinde parya" haline getirilmiş. Bilinç operasyonuyla kendine yabancılaşmış. Mankurtlaşmayı Anadolu'da bir millet olarak yaşamış. Bir şair çıkıyor. Gür, coşkun, cesur ve ilhamla taşıyor. Feyiz, bu defa büyük şairin bedeninde âleme dökülüyor. İlham, bu defa en cesur, en coşkun ve en isyancı haliyle bir şairin kalbine düşüyor. Şair, Anadolu'yu kent kent dolaşıyor.
Bilinç uyanmaya başlıyor. İnsanlar parya algısını üzerlerinden atıyorlar. Ülkenin öz evlatları olduğunu hissediyorlar. İnanç, coşku ve özgüven el ele duruyor. Anadolu uyanıyor, Türkiye uyanıyor, Türkler yeniden Sakarya Türküsüyle akıp gelen İslam varlığını keşfediyorlar. Tarihi nehrin coşkunluğundan yıkanarak yeniden kimlik kazanıyorlar.
Yalanlar, yalanlar, yalanlar... "Yalan söyleyen tarih utansın"! Ama utanmaz! Çünkü yalan utanmazlıktan doğar. Bütün tarihçiler sus pus. Herkes statükocu, herkes konjonktüre yatmış. Oysa bu millet bebek değil, sıfırdan doğmadı, Batıya köpeklik yaparak varoluşa gelmesinin de imkanı yok. Necip Fazıl, tarihle inşa edilen yalana isyan eder. Yalanı gizleyen peçeyi yırtar atar. Son Devrin Din Mazlumları zirvedir. Tarihçilerin yapamadığını o yapar. Yalanın nasıl bir zulüm üzerine inşa edildiğini gösterir. Bunu az bilgiyle büyük cesaretle ve derin inançla yapar. Onun işi bilgi değil, ruhtur.
Nice mazlumları yeniden toplumun önüne çıkararak konuşturur. Şeyh Said, Esad Erbilli, Seyyid Rıza, İskilipli Atıf Efendi... Gömülen ve üstüne beton dökülen hakikati ortaya çıkarır. Necip Fazıl'ın şairliği, cesareti, mücadelesi ve imanı bunu başarır. Toplumu kendi tarih hakikati ile yüz yüze getirir. Abdülhamid, Vahdettin meseleleri de öyle. O bir tarihçi değil, ama yalanı bozan bir şairdir, aydındır. Yapı-bozumcudur. Kemalizm'in tarih üzerine döktüğü betonu o coşkun, cesur ve gür ruhuyla darmadağın eder. Sonrası tarihçilerin işi.
Yalana karşı çıkmak, egemen korku düzenini sorgulamak, Türkleri yeniden Müslüman kimliğiyle tanışmaya çağırmak büyük suç! Bu nedenle Necip Fazıl'ın çıkardığı dergiler ve yayınlar kapatılır, kendisi hapse atılır, takip edilir. "Büyük göz", tanrılaşarak ona odaklanır. Bu nedenle onun hakikate dökülen betonları parçalayan eylemlerine onun bizzat hayatına beton dökerek cevap vermeye çalışır. İktidar ve egemenlik en berbat biçimiyle Necip Fazıl'ın düşünceleri, eylemleri ve bedeni üzerinde işleme geçer. Hayata veda ederken bile bedenine odaklanan rejim onu hapisle borçlandırır. Ahirete götürdüğü şereftir!
Şimdi toplum bilincini mayalayan bu şaire ve mücahide karşı kin kusuluyor. Onu yeni sürüm Kemalistler tekrar silmek istiyorlar. Kimi ilahiyatçı kimi belediye başkanı ağzından ve eylemlerinden yansıyor. "Yanardöner" diyorlar, "ahlaksız" diyorlar. İsmini kültür merkezinden kaldırıyorlar. Ne bilim ahlakı ne de kültür ahlakı. Bilim ve ahlak bakışından öte bilim ve ahlak arkasına saklanmış tek parti cahiliyesinin yeni evlatları. Surda gedik açıldı. Nur akıyor. Bu defa korkanlar bunlar. Şairin devam eden ve aydınlatan soluğu karanlık perisinin çocuklarını ürkütüyor.
Şair, aynı zamanda insandır. Beşeri zaafları vardır. Yanıldığı düşünceler de olur. Ama bunu ahlak ve bilimle, edep ve hayâ ile değerlendirir insaf ve iman ehli.