Cumhuriyet’in ilanının 95. Yıldönümü münasebetiyle, bir taraftan bir yazıyla meşgulüm, bir taraftan da bazı TV kanallarında söylenenlere kulak kabartıyorum.
NTV’den A. Yeşiltepe isimli sunucunun hele de, Başkan Erdoğan’ın Anıt-Kabir’e gelişi anlatırken, ‘Ata’nın huzuruna çıkıyorlar’la yetinmeyip, orayı ‘Sonsuzluk mâbedi’ diye nitelemesine ne demeli?
Aynı sunucunun davet ettiği,Necdet Sakaoğlu isimli bir prof’un, abartının da ötesinde, kendisini hâlâ ‘1930’ların sözcüsü’ sanan bir zihniyetle söylediklerinin ise te’vil edilecek bir tarafı yok.. ‘Afganistan’da, Emanullah’ın yenilgiye uğradığını, Rıza Khan’ın da İran’da başarılı olamadığını, Harf Devrimi’nin ve Medenî Kanunu’n bir İslâm ülkesinde başarıyla uygulanmasının bir ilk olduğunu’ , öve-öve bitirmiyor. Bu kişi bu arada, 1927’de Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılan köylü kadınlara ait fotoğrafları, ‘Kadınların elbisesinin yırtıldığı gibi iddiaların gerçek olmadığı’na delil olarak gösteriyor. Bunu söylerken de, ‘Teşkilat-ı Esâsiye Kanunu’ denilen o zamanki Anayasa’nın birinci maddesinde, ‘Devletin dini, Din-i İslâmdır’ yazılı olduğunu hatırlamazlıktan geliyor. Bununla da yetinmeyip, ‘Harf İnkilabı’nın ne kadar gerekli olduğunu, vs. öyle iddialı ve komik gerekçelerle anlatıyor ki.. O konularda, özellikle M. Kemal üzerine yazdıklarıyla isim yapmış olan İ. Çalışlar bile, Osmanlıca yazıyı bir türlü öğrenemediğini hayıflanarak belirtmek ihtiyacını duyuyor. Bunu samimîyetle söylediğini hissettirdiği için, içimden, ‘Hanımefendi, hâlâ da geç kalmış değilsin.. Osmanlı metinleri okumayı öğrenmeden, o dönemi sağlıklı şekilde araştırmak mümkün olmaz..’ diyorum, içimden..
Ayrıca, M. Kemal’in sırf kendisini gizlemek için, önceleri, ‘Halife’ye bağlılık ve Hılâfet makamını koruma yeminleri ettiği’; hakezâ, Cumhuriyet’in ilânının da en ünlü paşaların Ankara’da olmadığı bir zamanda gerçekleştiriverildiği de yine bir zekâ eseri olarak anlatılıyor.
***
Tam o sırada, bir arkadaş, U. Dündar isimli bir TV programcısının, ‘Ana Muhalefet Partisi’ne aid bir TV kanalında ve büyük bir kalabalığın da katıldığı bir salonda, M. Kırıkkanat isimli bir kadın gazetecinin konuşmasından bir bölümün videosunu gönderdi. Bu hanım, o kadar hırçın ve saldırgandı ki, ‘Dün siz mağdur olduğunuzu söylüyordunuz. Kızlarınızı başörtüleriyle okutmamışız.. İnancınızca yaşamanıza engel olmuşsunuz.. Câmilerinizi ahır yapmışız’ diye alaycı ifadelerden sonra,‘Ama bugün de biz mağduruz.. Ve bir gün gelecek, bunların hesabını soracağız.. Ve, sokak isimlerine varıncaya kadar, Atatürk’e aykırı ne varsa, onları kaldıracağız.. O gün gelecek’ diyor ve onun bu sözleri yüzlerce kişi tarafından ve çılgınca alkışlanıyordu. O cenah, böylece ne kadar büyük bir hınç ve iktidar açlığı ve 1930’lara dönmenin hayali içinde olduklarını sergiliyorlardı.
Benim gözüm yine ekranlarda.. Bir eski gazeteciyi konuşturuyorlar. Bu kişi de, ‘Nerede o eski Cumhuriyet Bayramı kutlamaları’ diyor ve ‘Balolardan, kadın sanatçıların her tarafta halkın sevincini paylaştıkları’ndan bahisle ‘Şimdi öyle kutlamalar yok!’ diye hayıflanıyordu.
***
Ekranlarda ise Başkan Erdoğan, ‘İstanbul’ adı verilen 3. Havaalanı’nın açılış töreninde konuşuyor ve Diyanet İşleri Başkanı, bu açılışı dualar okuyarak başlatıyordu. Birilerinin kızması- köpürmesi boşuna değil.. Çılgınca eğlenceler yapmak varken, dualar okumak da neymiş, değil mi?! Nitekim, ertesi günün kemalist-laik gazetelerinde o açılışın dualarla yapılmasına bile tahammül edilemediğine dair başlıklar göze çarpıyordu. Bir HT yazarı ise ‘Cumhuriyet’e ve Kurucusu’na borçlu olunduğu’ şeklindeki 90-100 yıllık mâlum yâveleri tekrarlıyordu. Eğer, öyle idiyse, M. Kemal de, ‘Vahdeddin’e borçluydu..O olmasaydı ya da Abdulhamîd olmasaydı, onun mektepler açma seferberliği olmasaydı, o okuma imkânları bulmasaydı, n’olurdu?’ gibi farazî sorular sorulsa, ‘Bu kişiler ne derdi, acaba?’ demekten insan kendisini alamıyordu.
***
Evet, tadından yenilmeyen bir kutlama da böylece geride kaldı.. Hayırlı yarınlara erişmek umuduyla..