TRT-1’de yayınlanan ‘Payitaht-Abdulhamîd’ isimli ilginç tarihî dizinin yeni bölümünü izliyor ve anlatılanların tarihî vak’alara ne kadar uygun olduğunu anlamaya çalışıyor ve Abdulhamîd’in yaptığı -ve insanın içinde hâlâ da bir sızı oluşturan- yanlışlardan da ders çıkarılması temenniyle, bu dizinin yazımında ve sahnelenmesinde -bazı gereksiz sahneler olsa da- emeği geçenleri tebrik etmek istiyorum. Özellikle, 12 Ekim akşamı yayınlanan bölümde canlandırılan tarihî hadiselerin ve Abdulhamîd’in ufuk açan müthiş sözlerinin yerli yerinde tekrarlanması ve ayrıca, Arminius Vambery isimli macar yahudisinin Osmanlı, İngiltere ve diğer devletler arasında çok yönlü ajanlık hizmeti vermeye kalkışması ve Abdulhamîd’in onun bu oyununu sezip bozması tarihî vakıalarla zıtlaşmayan ve bugüne de mesajları olan ilginçlikteydi. Abdulhamîd’in aşırı dikkatinin ‘evham’a dönüştüğü söylenir hep ama Osmanlı’yı tarihten silmeye azmeden emperial güçlerin entrikalarına karşı duyarsız kalsaydı, asıl o zaman suçlanmalıydı.
***
2. Abdulhamîd’in, kendisinden sonra iki Padişah geldiği halde, 1923 sonrası rejimin resmî tarihçi ve diğer sözcüleriyle, kendilerini ‘aydın’ olarak niteleyenlerin en çok da ona saldırmalarının sebebi bu noktada karşımıza daha net çıkıyor. Abdulhamîd’in ufuk genişliğiyle, emperial planlara uyarlanmış kafaların birbirine en ters noktada olması tabiî idi.
Abdulhamîd’in sadece övgüyle ya da husûmetle değil, tarihî bir şahsiyetin tavırlarıyla anlaşılması bugün de daha bir ihtiyaç.. Bu vadide en büyük hizmeti gören bir isim, şüphe yok ki, merhûm Necîb Fâzıl idi. Onun, ‘Ulu Hakan Abdulhamîd Han’ isimli eseri Abdulhamîd’in vefatı üzerinden 50 yıl geçtiği halde bile aşağılanmaksızın anılmasının mümkün olmadığı bir zamanda, 1960’ın sonlarında mümkün olmuş ve -bazen şairâne abartılar olsa bile-, o eser, bizim gençlik yıllarımızda yakın tarihe bakışımızı derinden sarsmış, gerçeğin anlaşılması için, kapı, biraz aralanmaya başlamıştı.
***
Bu diziyi izlerken, bir taraftan da gündemin yoğunluğu içinde değinmeyi ertelediğim Gilles Kepel’in TÜSİAD’daki konuşma metnini okuyorum; biraz da, Vambery’nin zihnimde Kepel’i çağrıştırması dolayısıyla.. ‘Ortadoğu uzmanı’ diye anılan fransız istihbaratçı ve araştırmacısı olan Kepel, 25 yıl öncelerde ‘İslâmcılık öldü..’ diye sevinç nâraları atarak kitap yazan bir kişi.. Ama, hâlâ da emperial dünyanın kamuoyunda ‘İslâm korkusu’yla yatıp kalkıyor.
Tabiî bazı ilginç tespitleri de var Kepel’in: ‘Ortadoğu’da Batılı ülkelerin politikalarının iflâs etmesi yüzünden Rusya, bölgede iktidarları belirleyen, oyun kurucu güç oldu. Rusya’nın bölgede birbirinden farklı dört ortağı bulunuyor: İran, İsrail, Suûdî Arabistan veTürkiye.
Bu dört ülkenin, Suriye’nin geleceğine ilişkin çatışan görüşleri var. İran ve Esad rejimi, İdlib’de insani bir felaket riskini de göze alarak muhalif güçleri bitirmek istiyorlar. Ancak, ılımlı muhalif grupların Türkiye’yle bağlantıları var.
Her ne kadar Türkiye, Rusya ve İran birlikte çalışıyor olsa da Türkiye’yle İran arasında çok büyük görüş ayrılığı var, Suriye’deki amaçları farklı..
Rusların Esed’den ve İran’dan farklı düşündükleri nokta şu: Suriye’de artık askerî çözüm istemiyorlar. (…)Şu anda Suriye’de Rus teğmenler, Suriyeli generallere emir veriyor!
Hiçbir ittifak, sonsuza dek sürmez.
Fransa ise, savaş sonrası Suriye’nin yeniden yapılanmasında rol almak istiyor.’
NOT: 1- Star Yönetimi’nin yeni sahife düzenlemesi çerçevesinde, bundan sonra haftanın 3 gününde, Perşembe, Pazar ve Pazartesi (yani isimleri P harfiyle başlayan) günlerinde yazacağım. Okuyuculara arz olunur.
2- Yarın akşam, saat 18.30’da, Zeytinburnu Belediyesi’nin ‘Kültür ve San’at Merkezi’ndeki aylık proğramların ilkinde bulunacağım, inşaallah..