Günlerdir İsrail'in, Gazze'de sürdürdüğü soykırımın yanı sıra, düzenli olarak Suriye'ye saldırmasını izliyorum. Bir yandan da İbn Haldun'un Mukaddimesini okuyorum. "Günümüz geçmişe suyun suya benzediği kadar benziyor" tespitinin ne kadar doğru olduğunu müşahede etme fırsatını buluyorum böylece. Teori ile pratik bir arada. Neticede hercümerç zamanlarında ne yaptığını bilen yegane taraf olarak İsrail kazançlı çıkıyor. İsrail, ne yaptığını bilen tek taraf olarak öne çıkıyor çünkü. Geriye ne yaptıklarını bilmeyen, retorik düzeyinde söylevler irat eden, sonra bir dahaki katliamda yeniden kafa çıkaran kafası karışıklar ümmeti kalıyor. Bir de ne için öldüklerini bilen bir avuç Gazzeli.
İbn Haldun, asabiyet sahibi tarafın hükümranlığa ulaştığını tarihin akışı içindeki örneklerle gözler önüne seriyor. Bölgemiz açısından asabiyet sahibi taraf olarak da İsrail görünüyor. Asabiyet, yani ileri atılmayı, amacına kararlılıkla yürümeyi sağlayan güçlü motivasyon. İsrail'in arkasında bir "soykırım" hikayesi var. Müthiş bir edebiyatla beslenen. Tabi bütün Yahudileri ortaklaştıran bir hikaye. Sanatla, edebiyatla, sinemayla, siyasetle işlenen ve zihinlere adeta çakılan bu mağduriyetin devasa enerjisiyle de asıl hedefine yöneliyor. Hedef de Tevrat'a göre İbrahim peygambere vaat edilmiş topraklara (Arz-ı Mev'ud) dönmek. Arkada büyük bir mağduriyet hikayesi, önde ise büyük bir hedef. Bu arada hedeften şaşılması durumunda arkadaki mağduriyetin tekrarlanabileceği korkusu da canlı tutuluyor. Bunlar İsrail devletini ayakta tutuyor ve ayakta durmakta zorlanan ümmetin kalbi sayılacak bir yerde gün be gün büyütüyor. Dolayısıyla asabiyeti, yani motivasyonu son derece yüksek bir İsrail var ve bu motivasyonu kendisi açısından en verimli şekilde değerlendiriyor. Karşısında olan veya oldukları varsayılan ümmetin mensuplarının tek motivasyonları ise çağdaş batı medeniyeti sayesinde elde ettikleri konforu korumak. Birçoklarının motivasyonu ise (yöneticiler açısından) taçlarını, tahtlarını korumak. Çünkü yüz yıllık süreç içinde İsrail ile kora kor mücadele etmeleri durumunda bu rahatı, bu konforu kaybedebilecekleri de somut bir şekilde gösterildi. Nitekim Gazze soykırımı başladığı günlerde hafif kımıldayan, kımıldar gibi yapan bölge ülkelerine, yüzyıllık süreç içinde yaşadıkları hezimetler hatırlatılarak "oturun oturduğunuz yerde" dendi ve onlar da kuzu gibi oturdular. Lübnan, Yemen, Suriye ve başka yerlerdeki cinayetler bu düşünceyi akıllara yerleştirmek için işleniyor nitekim. Beyrut'un güneyi bombalanırken Beyrut'un kuzeyinin kendisini iyi hissetmediğini hiç kimse iddia edemez. En azından "çok şükür biz kendimizi böyle bir maceraya atmadık" diyorlardır. Aynı şeyi Yemen'in bir yarısının, bombalanan öbür yarısı için aynı duyguları beslemediğini hiç kimse söyleyemez. Dolayısıyla İsrail'in tarihin akışına uygun motivasyonu karşısında bu motivasyonun, daha doğrusu bu motivasyonsuzluğun yenilmesi kaçınılmazdır.
Dediğim gibi geriye bir niçin öldüklerini bilen Gazzeliler kalıyor. Bunun da büyük bir asabiyet olduğu, müthiş bir motivasyon sağladığı iki yıla yakındır devam eden katliam sürecinde sergiledikleri onurlu duruş ve akıllara durgunluk veren mukavemet gözler önüne seriyor. Ama işte görüldüğü gibi yetmiyor. Yine İbn Haldun, bunun nedenini de çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor: "Güçlü bir asabiyetin sonuç alması, bu asabiyet etrafında toplanmış imanlı ve kalabalık bir beşerî gücün bulunması gerekir" diyor.
Hristiyanlar peyderpey Endülüs topraklarını alırken, birbirleriyle çekişen Müslüman emirlerden Ebu Abdullah terk etmek zorunda kaldığı Gırnata'ya bakıp hüngür hüngür ağlamıştı. Endülüs'ün "muluku't tavaif" (her biri bir taifeye krallık yapan sultanlar) dönemini hatırlatan günümüzün ümmetinin bir gün Kasyun dağına bakıp ağlaması uzak bir ihtimal değil. Neticede "bugünümüz geçmişe suyun suya benzediği kadar benziyor".