MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin 22 Ekim'de "Şayet terörist başının tecridi kaldırılırsa gelsin Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde, DEM Parti Grup Toplantısında konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayet ve kararlılığı gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılması ve bundan yararlanmasının önü ardına kadar açılsın." şeklindeki çağrısından sonra muhalefet bloku, siyasetçisinden medyacısına koro halinde "Biz bu cümleleri kursaydık şimdi Silivri'deydik" dedi.
Bu çağrıdan memnun olanı da rahatsız olanı da "Biz bunları deseydik şimdi içerdeydik" demeden edemedi. İlk etapta kulağa doğru gibi gelen bu cümle, esasta konuyu bağlamından, söz konusu cümleleri söylendiği zamandan, söyleyen kişinin niyetinden kopartıyor ve harcıalem bir kullanımla sulandırıyor.
İlk günlerin şaşkınlığı geldi geçti, evet. Sürecin ciddiyeti kendini hissettirdikçe bu lafları edenler azaldı. Şimdilerde 2013'teki çözüm sürecinin "endişeli solcuları" bile belli bir ihtimamla konuşuyor. Süreçte asıl aktörün Erdoğan değil Bahçeli olduğunu söyleyerek kendilerini iyi hissetmeye çalışıyorlar.
***Türkiye çok ciddi bir yola çıktı. Niyet halis, akıbet halis Allah'ın izniyle.
Ama şunu unutmamak gerekiyor, söz konusu olan bir terör örgütü. Devletin Kürt sorununu kabulü ve Kürtlere demokratik haklarının verilmesinin PKK sayesinde olduğunu düşünenler var: PKK hiç aktive olmasaydı belki çok daha erken bugünkü noktaya gelecektik. Kürt sorununun kabulü ve çözümü noktasında PKK'ya paye vermek tarihsel bir analiz değil ancak temenni ifadesi olabilir.
Bakın örgütün feshine dair ciddi bir sürecin yürütülmesi iklimi nasıl da hemen yumuşattı. Devlet Bahçeli'nin DEM Partililere taziyesi sırasında yüreklerin ne kadar yumuşadığı TV ekranlarından dahi hissediliyordu.
Bahçeli'nin Sırrı Süreyya Önder'in fotoğrafına dokunuşundaki hissiyat, Türkiye'nin aydınlık yarınlarına dair güçlü bir dua gibiydi. Ama bu süreçler ancak ve ancak karşılıklı kararlılıkla selamete çıkar. Aksi takdirde öyle günler gelir ki Bahçeli'nin Meclis çatısı altında yaptığı çağrının çok daha azını söylemek, PKK'ya övgü olarak değerlendirilebilir. Demem o ki bir yola girdik, bunun kıymetini bilelim. Hangi partiye yarayacak, kim buradan kazançlı çıkacak, kimin siyaseti puan toplayacak demeden Türkiye'nin geleceğini bu ipotekten kurtaralım.
***Devlet hiç olmadığı kadar güçlü ve kararlı. Kürt siyaseti için bu sefer gerçekten Türkiyelileşme fırsatı kapıda. Kayyumların tarihe karıştığı, vekil listelerin Kandil'den gelen talimatla belirlenmediği, milletvekillerinin iradelerini örgütün kontrol etmediği bir vasatta adına Kürt siyasi hareketi denilen parti geleneği daha da güçlenecektir.
22 Ekim'deki çağrının tüm Türkiye için ne kadar kıymetli olduğunu, DEM Parti için ise adeta bir özgürleşme fırsatı olduğunu en iyi bilenlerden biriydi Sırrı Süreyya Önder. Bu yüzden, süreci selamete çıkarmak adına, tedavisini dahi ertelemişti.
-----
Söylenen sözün söylendiği gibi anlaşılması çok önemli. Ortada bir silahlı örgüt varsa, terör baronları, istihbarat örgütleri ortalıkta cirit atıyorsa söylenen şey ne kadar yalın olursa olsun, gerçek anlamıyla anlaşılması zorlaşır. "Terörsüz Türkiye" hedefine ulaşmadan üzümün sapı, armudun çöpü bitmez.
Silahı yöntem olarak benimseyenlerin ve bunu 'dava' diye meşrulaştırmaya çalışanların demokrasiden dem vurmasından bu millete bıktı.
Silah varsa demokrasi diyemezsin. PKK'ya menfaat sağlanıyorsa kayyum uygulamasına seçilmiş iradeyi hiçe saymak diyemezsin. Önce siyasetin kuralları doğru işleyecek. Sonra konuş ne konuşuyorsan.
İşte bu yüzden Terörsüz Türkiye bir tercih değildir, bir mecburiyettir.