Donald Trump’ın, en azından, son üççeyrek asırdaki Amerikan Başkanları arasında, en sıradışı bir kişi olduğu, aşağı-yukarı bütün dünyada sözkonusu.. Hattâ onların içinde, ne, Hiroşima ve Nagazaki’ye ilk atom bombalarını attırıp, sonra da bunu, ‘Barışın ve insanlığın geleceğini kurtarmak için gerekli..’ şeklinde izahlar yapan Truman; ne, en kaba başkanlardan bilinen L. Johnson; ne ‘üçkağıtçı Dick’ diye anılan Richard Nixon; ne, aktör Roland Reagan ve ne de ‘Irak’ın kanlı şekilde işgali’ni bile, ‘Tanrı bana, ‘Git Irak’ı özgürleştir!’ dedi, ben de gidip gerekeni yaptım’ diyebilen bir George W. Bush..
Evet, bunların hiçbirisi, yine de, Trump kadar, devlet yönetiminden, diplomasiden habersiz; dünya siyasetine, aklına estiği şekilde attığı ‘tweet’lerle yön vermeye çalışan bir çılgınlıkta değildi.
***
Ama, Türkiye Başkanı Erdoğan da son yüzyıllık TC. Başkanları veya en seçkin liderleri arasında benzeri olmayan, sıradışı bir şahsiyet..
İlkinin, Amerikan B. Elçisi’nin yanıbaşında, ‘Muhterem Amerikalılar..’ diye başlayan bir nutku dikte edilmişçesine okuyuşunu seyrederseniz, hayret edersiniz.
27 Mayıs 1960 ve 12 Mart 1971 Askerî Darbeleri’nin aslî akıl hocaları ve yönlendiricilerinin NATO aracılığıyla USA emperyalizmi olduğunu tekrara gerek var mı? Gen. Kenan Evren de, 12 Eylûl 1980 Darbesi’ni ‘karısına bile söylemediği’ ile övünüyordu, ama, o darbe, henüz Türkiye’de açıklanmadan önce, dönemin NATO Başkomutanı Gen. Alexander Haig’in, müjdeyi, dönemin USA Başkanı Carter’a, ‘Bizim çocuklar başardılar..’ diye verdiğini hatırlayalım.
***
T. Özal, (Baba) Bush’un ‘En yakın iki dostum, Thatcher ve Özal..’ demesinden gurur duyuyordu.
Demirel ise, Londra’da İngiliz seçkinlerine, ‘Arkadaş, bana ‘Ortadoğu’nun jandarması’ olarak bakma! Ben Batı kültür ve medeniyetini taa Orta Asya’ya kadar taşıyan bir misyonun adamıyım.’ diye ‘şecaat’(!) gösteriyordu.
Ecevit’in ise, ‘Öcalan’ın Amerika tarafından Türkiye’ye niçin verildiği’ni bilmediğini söylerken, ‘Ama, ben onlara karşı hiç yalan söylemedim, herhalde bunun için..’ deyişi ve kezâ, o zamanki USA Başkanı Clinton’la görüşmesindeki ezikliğini yansıtan fotoğraf ise, tam bir skandaldı.
***
Erdoğan ise, denilebilir ki, geçmişte yaşanan bu tablolardan da ders almış olarak, temsilcisi olduğu halkın aslî değerlerini dış siyasette de en net şekilde yansıtması dünyaca bilinen bir şahsiyet.. Net tavırlı, tok sözlü.. Hele de, yabancı muhatapları karşısında ‘mütekabiliyet’e özellikle dikkat eder, dikleşmeden ‘dik’ durur.
***
Böyleyken.. Trump, ‘Türkiye ile uzun zamandır problem var. Bizim insanımızı alıkoyamazlar’ diyor. (Yani, ‘USA vatandaşları suç işlese de onları kimse yargılayamaz.’ (Dost dediği ülkelere hangi gözle baktığını sergilemek küstahlığı..)
Trump’ın, bu tavrını en azından bir süre daha sürdüreceği anlaşılıyor. Çünkü Kasım seçimlerinde özellikle Evanjelik /sionist Hristiyanların yoğun yaşadığı eyaletlerde beklediği oyu alamazsa, Kongre’de Demokratlar karşısında azlığa düşüp, iktidarını sürdürmesi zorlaşacak..
Bunun için, Türkiye’den -ne demekse- ‘muhteşem (!)rahip’ dediği Brunson’ı aylardır ve ısrarla istemeyi sürdürüyor ve ‘kendisinden bir TC vatandaşının (İsrail’de)serbest bırakılmasının rica edilmesi üzerine, bu isteğin hemen yerine getirildiğini, ama kendilerinin Brunson’ı serbest bırakmadığını’ iddia ediyor. Ama, Trump, o talebin mukabilinde, kendisine, ‘Brunson’ın serbest bırakılacağı’ ümidinin verilmiş olduğunu yansıtarak, Kasım seçimlerini kurtarmaya çalışıyor.
Ama; bundan da öte, ‘dost’ dediği ülkelere, ‘uşağı’ gözüyle baktığını sergiliyor.
Umulur ki, bu rüyasından uyanır..