Rusya, önceki gün Ukrayna'ya füze ve İHA yağdırdı. Çok geçmeden Donald Trump'tan bir açıklama geldi. Putin için "çıldırdı" dedi, "Gereksiz yere insan öldürüyor" ifadesini kullandı. Ama eleştiri orada bitmedi. Aynı açıklamada bu kez Ukrayna lideri Zelenskiy'i hedef aldı: "Ağzından çıkan her şey sorun yaratıyor, susmalı." Ve çizgileri netleştirdi: "Bu savaş Biden, Zelenskiy ve Putin'in savaşı. Ben sadece bu büyük yangını söndürmeye çalışıyorum."
Trump bu pozisyonu ilk kez almıyor. Daha önce ABD'nin Ukrayna'ya verdiği 350 milyar dolarlık yardımı "camdan para atmak"la eleştirmişti. Avrupa'nın daha sınırlı ama güvence altına alınmış yardımlarını örnek göstermişti. Şimdiye kadar Trump hesap soran, masraf çıkarmayan, "barışçı" lider profili çizdi. Ama bu, onun sadece görünen kısmı.
Çünkü bu sözlerin arkasında, Henry Kissinger'ın mirası var – ama bu kez tersinden okunuyor. Kissinger, Soğuk Savaş'ta Sovyetler'e karşı Çin'le işbirliğine gitti. Üçgen diplomasinin temeli buydu: bir tarafla yakınlaşıp diğerini dengelemek. Trump ve Cumhuriyetçi elitler – özellikle Rubio gibi figürler – bu denklemi tersine çevirmek istiyor: Çin'e karşı Rusya'yla yakınlaşmak.
Bu strateji, "ters Kissinger" diye anılıyor. Ama ironik olan şu ki, bu fikir ilk olarak Kissinger'ın kendisi tarafından da 1970'lerde bir olasılık olarak öne sürülmüştü: "Eğer Çin fazla güçlenirse, denge Rusya'yla kurulur."
Trump, 2024 seçimleri öncesi açık açık bunu dile getirdi: "Asla istemeyeceğiniz şey Çin ile Rusya'nın birleşmesidir. Ama Biden onları birleştirdi. Ben ayıracağım." Bu sadece savaş karşıtı bir tutum değil; bu, küresel satrançta taşları yeniden dizmeye aday bir liderin vizyonu.
İşler o kadar kolay değil elbette.
Geçen yazımda da dile getirdim, açarak aynı konuyu tekrar etmekte fayda var: Trump ilk döneminde bu stratejiyi hayata geçirmek istedi. Fakat içeride Russiagate skandalı, "Putin'in kuklası" isnatları, medyanın yoğun baskısı onu Moskova'dan uzaklaşmak zorunda bıraktı. Dışarıdaysa işler daha da karmaşıktı: Rusya, Çin'le ekonomik bağlarını güçlendirdi, Küresel Güney'le diplomatik ilişkilerini derinleştirdi. Batı yaptırımları Moskova'yı Doğu'ya daha da yakınlaştırdı. Sonuç: ABD'nin "Rusya'yı Çin'den ayırma" hayali, hayata geçirilemedi.
Bugün Trump yeniden aynı stratejiyi güncelliyor. Kullandığı dil dikkat çekici: Putin'e yönelik "çıldırdı" ifadesi batının "otoriter" olarak nitelendirdiği rejimi değil lideri hedef alıyor. Yani "Rusya'yla işimiz olabilir ama sen şu an hata yapıyorsun" mesajı. Aynı şekilde Zelenski'ye yönelttiği eleştiri de politik değil, kişisel. Bu da diplomasi kapısını açık tutma stratejisi. Taraflara kızgın ama görüşmeye hazır bir figür çiziyor.
Trump barış mı istiyor? İlk görünüşte evet desek de, bu, Çin'e karşı kurulacak yeni bir stratejik hamleye zemin hazırlayan bir barış. Bir anlamda çatışmayı Avrupa'dan Asya-Pasifik'e kaydırmanın diplomatik ön hazırlığı. Yani hedef Ukrayna'daki savaşı bitirmek değil, Çin merkezli yeni bir Soğuk Savaş başlatmak.
Ama mesele şu: ABD artık eski ABD değil. Kissinger'ın tahterevallisinde ipler Washington'un elindeydi. Bugünse aynı hamleler, ayrıştırmak yerine daha keskin bloklar oluşturuyor. Rusya ve Çin her geçen gün birbirine daha da kenetleniyor. Küresel Güney, yeni ittifaklar kuruyor. Yani Trump'ın barış dili, pek inandırıcı bulunmuyor, dolayısıyla paradoksal biçimde yeni bir bloklaşmaların önünü açıyor.
Trump satranç oynuyor, evet. Ne var ki bu kez rakipler aynı tahtada değil; kendi tahtalarını kuruyorlar ve oyunu yeniden tanımlıyorlar. Ve bu satranç, artık çok kutuplu bir dünyanın ufkunda oynanıyor.