Bu hafta Macaristan'da gerçekleştirdiğim ziyaret kapsamında Estergon Kalesi'ne de gitme fırsatım oldu. Tuna Nehri'nin hemen kıyısında, tarihin nefesini hâlâ hissettiren bu kadim yapı, yalnızca geçmişin değil, bugünümüzün de bir aynası gibi. Estergon, ne yalnızca bir kale, ne de sadece bir seyirlik manzara. O, tarihin hafızasına kazınmış bir sınır taşı, bir medeniyet anlatısı.
Estergon, bugün Macaristan'ın kuzeyinde, Slovakya sınırına komşu küçük ama etkili bir şehir. Ancak 16. yüzyılda bu şehir, Osmanlı İmparatorluğu'nun Avrupa'daki askerî ve siyasî stratejisinde merkezî bir role sahipti. 1543 yılında Kanuni Sultan Süleyman tarafından fethedilen Estergon Kalesi, Budin'den Viyana'ya uzanan hattın en önemli askerî noktalarından biriydi.
Kale, Haçlı seferlerinden kalma bir mirasın ortasında yükseliyordu. Ortaçağ boyunca Macar krallarının ikametgahı ve Katolik Kilisesi'nin başlıca merkezlerinden biri olan Estergon, Batı dünyası açısından da sembolik bir değer taşıyordu. Bu yönüyle, Estergon'un Osmanlılar tarafından alınması yalnızca askerî değil, aynı zamanda psikolojik bir üstünlük göstergesiydi.
Ziyaretim sırasında kalenin yüksek burçlarından Tuna'ya bakarken, o dönemin stratejik üstünlük mücadelesini hissetmemek mümkün değildi. Osmanlı, bu kalede yalnızca asker konuşlandırmadı; aynı zamanda bir şehir kurdu. Camiler, medreseler, hamamlar, çarşılar... Hepsi bir "taş şehir" oluşturdu. Bu nedenle Evliya Çelebi, Estergon'u "taştan bir şehir" olarak anlatmıştı. Bugün o yapılardan pek azı ayakta kalsa da, Osmanlı'nın bu bölgedeki kültürel izleri arkeolojik kayıtlar ve Batılı kaynaklarda hâlâ izlenebiliyor.
Ancak 1595 yılında, Avusturya Arşidükü Matthias komutasındaki kuvvetlerin düzenlediği büyük saldırı sonucunda kale elden çıktı. Osmanlı için bu kayıp, sadece bir kale değil, Avrupa'daki genişleme sürecinin de sonlandığı dönüm noktalarından biriydi. Viyana yolunun kapandığı, savunmanın öne çıktığı bir döneme geçildi.
Yine de Anadolu'da hâlâ yankılanan bir türkü, Estergon'un hafızalardaki yerini canlı tutuyor:
Estergon kalesinde yatar bir aslan,
Açar bakar düşman üstüne gibi bir arslan...
Bu ağıt, yalnızca bir savaşın değil, bir kimliğin, bir aidiyetin ve bir kaybın türküsüdür. Estergon, kolektif hafızamızda hâlâ dimdik ayakta duran bir kale gibidir.
Bugün Estergon'a giden bir Türk için bu gezi, yalnızca bir turistik durak değil. O kale, aynı zamanda geçmişle kurulan bir bağ, köklerle yapılan bir yüzleşme. Estergon Kalesi, taştan değil, hafızadan örülmüş. Sınırlar değişebilir, kaleler düşebilir ama bu topraklara kazınan tarih silinmez...