Bahçeli, "Türk-Kürt kardeşliği" adıyla ilk çıkışı yaptı. Çıkışın başlangıcı, tutulan yeri ve anlam temeli önemli. Çünkü her şey başlangıç ile varlığa gelir. Nasıl başlanırsa öyle gider. Türk- Kürt kardeşliği bu topraklarda bin yıla dayanıyor. Milet olmamızın en önemli kardeşlik temellerinden biri. Küffara karşı, işgalcilere karşı, düvel-i muazzama karşı bu Türk-Kürt kardeşliği her zaman bir oldu, iri oldu, diri oldu.
Türk-Kürt kardeşliği, bir sözleşmeyi anlatır. Bir millet olma, aynı vatanda yaşama ve gelecek tasavvurunda beraber hareket etme sözleşmesi. Bu sözleşmeyle bin yıl yaşadık. Aynı aileler olduk, aynı bayramlarda şenlendik, aynı düğünlerde halaya durduk, aynı tekkelerde devrana girdik.
Etnikçi siyasetler ve sert ulus devlet politikaları bu kardeşliği dinamitledi. Ulus devletimiz 1950'lerden beri açılımlar yapıyor. Son 20 yılda bunu daha ileri taşımaya çalışıyor. Türkler, ulus devlete bu topraklarda bütün anasır-ı İslam'la karar verdi. Batı düzeni içinde var olmanın tek çaresiydi. Ancak artık bu elbise dar geliyor. Türkistan'da Türk Devletler Teşkilatı ile ulus devlet ötesine gidiyoruz. Ortadoğu'da Suriye'deki teşebbüslerimiz de ulus devlet ötesi adımlar. Elbette bunlar en fazla emperyalistlerin hoşuna gitmiyor. Türklere sınırları çizilmiş dar ulus devlet duvarlarının yıkılmasını istemiyorlar.
Sert ulus devlet egemenliği ve tek tip kültürel kimlik, savaşın içinden doğdu. İşgal, parçalanma ve yeniden var oluşun içinden doğdu. Bunu da Mustafa Kemal Atatürk gibi bir askeri önderlik yaptı. "Atatürk ve silah arkadaşları"... Her siyasal ritüellerimizin vazgeçilmez cümlesi olmasının kökeninde de bu kurucu güvenlik ruhu yansır. Her şey güvenliktir burada. Düşmanlar ve dostlar var, hainler ve vatanperverler.
Bu hainler ve vatanperverler konsepti ile Kürtlere ilişkin gelişmeleri sadece terör üzerinden okumak siyaseti, devlet tarafından uzun süre devam etti. Özal dönemiyle beraber zaman zaman aşılmak istendi. Devletimizin demokratik, sivil ve adil bilinci devreye girdi. Çözüm Süreci de bu girişimlerden biriydi. Ancak Arap Baharı sürecinde emperyalist güçler, devletteki paralelleri ve HDP içindeki uzantıları bunu engelledi. Türkiye şimdi yeniden bir adım atma çabasında.
Teröre karşı elbette güvenlik politikası uygulanır. Ancak bugün Türkiye'de Kürtlerin durumları çok ciddi bir farklılaşma içinde. İlk defa bu kadar bilinç siyasileşmiş, etnik aidiyet ve kimlik duyarlılığı oluşmuş. On milyonu bulan insan DEM peşinden (etnik siyaset temelli hareket eden) sürüklenecek hale gelmiş. Ciddi sosyolojik ve siyasi dönüşümler bunlar. Burada artık "ulusalcı" ve güvenlikçi siyasetlerin yeterli gelmesi zor.
Türk-Kürt kardeşliği, politik segmentleşmeye doğru kayan bu sosyolojiyi ortak millet aidiyeti içinde yeniden bir kılmanın yolu olabilir. Çünkü salt güvenlikçi politikalar ancak dağdaki adamlara ve eşkıyaya karşı geçerlidir. Ancak bahsettiğim politik ve sosyolojik realiteye ilaç olması mümkün değil. Bazıları için zaten toplumun, insanların, hareketlerin önemi olmayabilir. Her şey devletle başlayıp devletle de bitebilir. Askeri yöntemlerle yönetmek ve siyaset üretmek gibi dogmatik inançları da olabilir. Ancak salt bunlar acı, çatışma ve ayrışmanın devamlılığına yol açar. Çünkü soğuk savaş toplumu yok artık. Hareketli, bireysel, katılımcı, farklı bilgilere ulaşabilen bir Türk toplum yapısı var.
Türk-Kürt kardeşliği, taze bir sivil-siyaset yolu getirecek mi? Uzun vadede bu milletin iç ayrışmalarını aşacak ortak bir siyasal tahayyül ortaya koyabilecek mi? Siyasal seçkinler buna inanıyor mu? Sırrı Süreyya Önder'in cenaze namazındaki devlet ve siyaset fotoğrafı belki de bu inancı haber veriyor.