İsrail basınında özellikle son günlerde çıkan analizlerde deyim yerindeyse "Türkiye, ateşkes sürecinde bölgeye yerleşti." ifadesi eksik olmuyor.
Söz gelimi Haaretz'te yayımlanan değerlendirmede şu ifade yer alıyor:
"Ankara, hem Washington'la hem Hamas'la eşzamanlı temas kurarak barış masasının merkezine oturdu."
Bu cümle, bölgede batı destekli İsrail merkezli kaos stratejisine karşı Türkiye'nin bölgeye dönük yürüttüğü çok katmanlı ve istikrarlı politikalarının bir yansıması olarak okunmalı.
Amerika açısından İsrail basınının dile getirdiği denklem bir tercih değil; zorunlulukların sonucu tabi.
Çünkü İsrail'in sebep olduğu maliyet her geçen gün artıyor; bu durum artık Amerikan ekonomisine doğrudan yansıyan, toplumsal kırılmaların zeminini genişleten bir yük haline geliyor.
Daha açık ifadeyle...
Amerikan ekonomisi artık kendi hegemonyasını taşıyamaz hale gelirken, İsrail'e sağlanan sınırsız desteğin bedeli, Washington'un içerideki sosyal dengelerini zorluyor.
Sık sık dile getirdiğim "İsrail kapanı" tam olarak bu...
Dolayısıyla Amerika kendi iç yükünü taşırken dış rekabete odaklanamıyor.
İsrail'in siyasal zihniyeti de aslında aynı kapanın ürünü.
Yansıtma özdeşleşme mekanizmasıyla kendi suçunu karşısındakine yükleyip, 'daimi kurban' maskesiyle ürettiği terörün ve işlediği soykırımın üzerini örtüyor.
1917'den beri altyapısını oluşturan, Batı emperyalizmine dayanan ve teolojik sapkınlığa dönüşmüş bir örgüt var karşımızda.
Hep söylediğimiz gibi klasik bir devlet değil bu; daha çok terör ve soykırım pratiğini kurumsallaştırmış bir örgüt.
"Soykırımcı Siyonistler" tanımı, bu tarihselliği ve pratik gerçekliği adlandırmaktan başka bir şey değildir. Fakat maske düştü ve dünya kamuoyu İsrail'i mağdur değil katil olarak görüyor artık.
Türkiye bu tablo karşısında öteden beri hukuku ve bölgesel meşruiyeti önceleyen bir çizgide ilerliyor.
Ankara, Gazze'nin yeniden inşasında aktif rol üstlenmeyi, garantörlük mekanizmasıyla hem ateşkesin sürdürülmesini hem de Filistin güvenlik yapısının uluslararası denetim altında güçlenmesini hedefliyor.
Bu yöneliş, bölgenin tarihi coğrafyasında kalıcı bir denge kurma değil, adil bir istikrar zemini inşa etme çabası.
Türkiye, sadece güvenliği silahla değil, hakkaniyet ve insani ortaklıklarla teminat altına almaya çalışıyor.
Hülasa; İsrail basınında Türkiye ile ilgili her gün yeni analizler yayımlanıyor, fakat satır aralarında gizlenemeyen gerçek hep aynı: Washington kendi kapanında sıkışmış durumda, İsrail terör üretmeye devam ediyor ve bölge artık bu yükü taşıyamıyor.
Ve böylesi bir zeminde derinleşen krizler, jeopolitik zorunluluklar Türkiye'yi tarihi coğrafyasında denge kuran değil, denge belirleyen bir aktöre dönüştürüyor.
Bu dönüşüm, yeni bir bölgesel düzenin zorunlu sonucu.