İstanbul'da düzenlenen IDEF 2025, yalnızca bir savunma fuarı değil, Türkiye'nin son yıllarda savunma sanayiinde gerçekleştirdiği stratejik dönüşümün vitrini oldu. Geçmişte Kıbrıs Barış Harekâtı sonrası maruz kaldığımız ambargolar ve 90'larda terörle mücadelede dostlardan beklenen desteğin verilmeyişi, bugün bizi kendi teknolojilerimizi üretmeye yönelten stratejik bir zorunluluk haline getirdi. Artık bakım için gönderilen uçakların alıkonulduğu, telsiz gibi en temel iletişim araçlarının bile verilmediği dönemleri geride bıraktık. Bugün, hem kendi savaş gemisini tasarlayan on ülkeden biriyiz hem de dünya savunma ihracatında ilk on bir arasına girmiş durumdayız. 2024 yılında savunma ve havacılık ihracatımız %29'luk bir artışla 7 milyar 154 milyon dolara ulaşarak bu başarının altını kalın harflerle çizdi.
Bu başarının arkasında, yerli savunma şirketlerinin geliştirdiği ileri teknoloji çözümleri var. ASELSAN'ın tanıttığı EJDERHA sistemi, elektromanyetik katmanda adeta görünmez bir kalkan gibi çalışıyor. Yaklaşık bir kilometre menzil içindeki mini ve mikro dronları mikrodalga teknolojisiyle işlevsiz hale getiriyor. Yeni nesil saldırı türlerinden olan sürü dronlar ve kamikaze İHA'lar, EJDERHA sayesinde etkisiz hale getirilebiliyor. Bu teknoloji, Türkiye'nin savunma mimarisinde yeni bir konseptin kapısını açıyor.
Bunun yanında, KORAL 200 elektronik harp sistemi, düşman hava savunma unsurlarına karşı "elektronik otoyollar" açıyor. Mevcut KORAL'ın gücünü iki katına çıkaran bu sistem, sinyalleri daha uzağa taşıyarak hem uçaklarımız hem de SİHA'larımız için kritik bir koridor oluşturuyor. Çelik Kubbe'nin kara tabanlı hassas vuruş ayağını ise GÖKTAN oluşturuyor. GNSS karıştırmaya dayanıklı yapısıyla 360 derece hedef angajmanı sağlayabilen GÖKTAN, 6 mühimmatla tam isabet vuruş kapasitesine sahip.
Tüm bu unsurlar, TURAN üzerinden tek bir ağda birleştiriliyor. IP tabanlı haberleşme altyapısı ve yapay zekâ destekli karar mekanizmaları, sahadaki birliklere kesintisiz iletişim sağlıyor. Bu ağ mimarisi sayesinde Çelik Kubbe, modern savaşın "ağ merkezli savunma" anlayışını hayata geçiriyor. GÜRZ ise mobil kara platformu üzerinde yapay zekâ desteğiyle hareket edebilen insansız hava savunma sistemi olarak 8 kilometrelik menzilde sabit ve döner kanatlı hava araçlarına karşı görev yapıyor.
Savunma sanayiinde elde edilen bu ivme, sadece askeri bir kazanım değil, aynı zamanda ekonomik bir dönüşümün de parçası. SİHA'larımızın sahadaki başarısı dünyada yankı buluyor; Türk mühendisliğinin ulaştığı seviyeye gıpta ile bakılıyor. Bugün savunma sanayiinde 20 milyar doları aşan bir ciroya ulaşılmış olması, bu alanın yalnızca güvenlik değil, stratejik ihracat kalemi olarak da önem kazandığını gösteriyor.
Bu başarılar yaşanırken, milli teknoloji üretimi önünde ciddi zihinsel engeller de bulunuyordu. Selçuk Bayraktar, yaşadıkları zorlukları, "2004 yılında Mini İHA projemizi sunduğumuz yetkili bürokrat, 'Yabancılarla rekabet edemezsiniz, zorlamayın bize tercümanlık yapın yeter' dedi" sözleriyle anlatmıştı. Bu yaklaşım, uzun yıllar Türkiye'de hâkim olan öğrenilmiş çaresizlik sendromunun bir özetiydi. Benzer yorumlara, Türkiye'nin teknolojik hamleler yaptığı hemen her dönemde rastlamak mümkün.
Edward Said, bu durumu oryantalizm kavramıyla açıklıyor: Batı, estetikten bilime, ekonomiden sosyolojiye kadar pek çok alanda, Doğu üzerinde psikolojik bir üstünlük kurarak kendi üstünlüğünü sürdürmeye çalışmıştır. Bu düşünceler, milli üretim inancını sekteye uğratarak devleti ithalata yönlendirmiştir.
Öte yandan ünlü siyaset bilimci Francis Fukuyama, Türkiye'nin İHA kullanımının kara gücünün doğasını değiştirdiğini, mevcut güç yapılanmasını sarsacağını ve çatışmaların merkezinde hava araçlarının olacağını söyleyerek, Türk SİHA'larının savaş doktrininde yeni bir dönem başlattığını ifade ediyor.
Türkiye geçmişten bugüne pek çok alanda teknolojik girişimlere teşebbüs etti. Ancak özgüven eksikliği ve "biz yapamayız" düşüncesi, birçok projeyi başlamadan bitirdi. Kimi girişimler siyasi kutuplaşma yüzünden akamete uğradı, kimisi ise Batı merkezli üstünlük algısının gölgesinde kaldı. Said'in belirttiği gibi Batı, rasyonel düşünme yeteneğiyle kendisini insanlığın en ileri aşaması olarak görürken, Doğu toplumlarının kendi başına gelişme sağlayamayacağı düşüncesi, bu sendromu derinleştirdi.
Türkiye'nin yeni Çelik Kubbesi, yalnızca gökyüzünü değil, aynı zamanda geleceğimizi de koruyor. Elektronik harp ve yapay zekâ destekli bu yeni savunma mimarisi, geçmişteki bağımlılığın aksine, tam bağımsız bir stratejinin mümkün olduğunu kanıtlıyor. Üstelik bu bağımsızlık, sadece teknolojik değil, zihinsel bir devrim anlamına geliyor.
Türkiye dünya harp sahasında geliştirdiği bu yerli ve milli sistemler ile savaş doktrinlerini yeniden yazdı. SİHA'larda dünya pazarının %65'ini elinde bulunduruyor. Türkiye bu teknolojisi ile hem caydırıcı hem de oyun değiştirici gücünü daha da geliştirmiş oluyor.