Suriye sahası, 2011'de başlayan iç savaşla birlikte farklı güçlerin hesaplarının kesiştiği, ittifakların sık sık değiştiği bir alan haline geldi. Türkiye, kriz boyunca uluslararası hukuk ve meşru müdafaa hakkı (BM Antlaşması Madde 51) çerçevesinde sınır güvenliğini korumak ve terörle mücadele etmek amacıyla hareket etti. Ancak bugün, YPG'nin bölgesel barışa aykırı eylemleri artık tolere edilemez seviyeye ulaştı.
Türkiye, 2016'dan bu yana Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı harekâtlarıyla 4 bin kilometrekareden fazla alanı terörden temizledi. Bu operasyonlarla hem sınır güvenliği sağlandı hem de 500 binden fazla Suriyeli gönüllü olarak evlerine döndü.
YPG, 2015'te ABD öncülüğündeki koalisyon tarafından DEAŞ'a karşı kara müttefiki olarak konumlandırıldı. Oysa ABD Savunma Bakanlığı'nın 2018 tarihli raporlarında dahi YPG ile PKK arasındaki organik bağ açıkça yer aldı. Son dönemde YPG, SDG şemsiyesi altında, 10 Mart Mutabakatı'nı kendi çıkarına göre yorumlayan, bölgesel uzlaşıyı sabote eden açıklamalar yapıyor. Örgüt, silahlı gücünü azaltmak veya güven telkin eden adımlar atmak yerine, maksimum fayda stratejisi ile hareket ediyor. Bu, uluslararası ilişkilerde klasik bir "spoiler" (oyun bozucu aktör) davranışıdır. Dışişleri Bakanı Fidan, "Bu noktada artık tolere etmekte zorlandığımız gelişmeleri görmeye başlıyoruz. Örgüt üyelerinin Suriye'yi terk etmediğini görüyoruz" diyerek, sahada yaşanan güvenlik zafiyetlerini uluslararası kamuoyuna hatırlattı.
Üstelik, dünyanın dört bir yanından topladıkları militanlar hâlâ bölgedeler. Bu, yalnızca Türkiye için değil, Suriye'nin bütünlüğü ve istikrarı için de ciddi bir tehdittir. YPG'nin "Kürt halkının savunucusu" iddiası ise gerçekte Kürtleri bölgesel güç dengelerinde pazarlık malzemesi haline getiren bir stratejiye dönüşmüş durumda.
Ayrıca, son günlerde Suriye'nin kuzeydoğusundaki bazı aşiretler, PKK/YPG'li teröristlere karşı genel seferberlik ilan etti. Bu adım, sahada yerel güçlerin de YPG'nin dayattığı yapıya karşı durduğunu gösteriyor. Aşiretlerin mesajı net: Suriye'nin toprak bütünlüğü ve üniter kimliği güçlendirilirse, etnik ve mezhepsel ayrışmaların önüne geçilir. Bu, sadece yerel direniş değil, aynı zamanda bölgesel barış için bir güvence niteliğinde. Çünkü YPG'nin bölge halkı üzerindeki baskısı, hem Arap aşiretlerini hem de Kürtleri olumsuz etkiliyor.
ABD ve bazı Batılı müttefikler, DEAŞ sonrası dönemde YPG'yi bölgesel denklemin kalıcı bir unsuru haline getirmeye çalışıyor. Ancak bu yaklaşım, bölgedeki Arap-Kürt gerilimini tırmandırma riski taşıyor ve İsrail'in İran karşıtı stratejisinin taşeronluğuna kapı aralıyor. Türkiye açısından bu, sadece güney sınırlarında değil, Doğu Akdeniz ve Kafkasya hattında da yeni güvenlik riskleri anlamına geliyor.
Rusya ise YPG'yi Şam rejimine entegre etme niyetinde olsa da örgütün özerklik ısrarı ve dış bağlantıları bu süreci tıkıyor. Böylece hem Washington hem de Moskova ile pazarlık masasında elini güçlendirmeye çalışıyor.
Suriye sahasında ortaya çıkan yeni dengeler, Türkiye'nin güvenlik stratejilerinde diplomasi ile sahadaki etkinliği birlikte yürütmesini zorunlu kılıyor. YPG'nin statükoyu zorlayan ve bölgesel barışı tehdit eden adımları, yalnızca Türkiye'nin değil, Suriye'nin de toprak bütünlüğünü ve istikrarını hedef alıyor.
Ancak bu süreçte dış aktörlerin özellikle ABD, bazı Batılı ülkeler ve İsrail'in– YPG üzerinden yürüttüğü bölgesel mühendislik planları, hem Arap-Kürt ilişkilerini hem de Suriye'nin geleceğini tehlikeye atıyor. Türkiye, bu tablo karşısında BM Antlaşması'nın 51. maddesiyle güvence altına alınan meşru müdafaa hakkını saklı tutarak hareket ediyor.