1- İki hafta önce Edirnekapı-Mihrimah Sultan Camiinde dinlediğim 'Çıplaklık, ilkellik ve hayâsızlıktır..' konulu hutbe metni, sanırım cemaatin büyük ekseriyeti tarafından dikkatle dinlendi.. Sonra öğrendim ki, bu hutbe metni, Diyanet İşl. Başkanlığı tarafından bütün camilerde okutulmuş..
'H. Konakçı' ismini medyadan biliyorum ve bazı konuşmalarında sanki C. A. isimli kişi gibi, vaaz adı altında dinleyicileri güldürmek veya en hassas konuları şakalara boğmak gibi hedeflere bilerek veya bilmeyerek hizmet eden kişi ile rekabete girmek istiyormuş gibi bir kanaate kapılmadım değil.. Ancak, evvelki gün, bu zatın sosyal medyada da paylaşılan konuşmasını dinledim ve hem ona, hem de Diyanet'e ve Diyanet'in öyle bir hutbe yayınlaması direktifi veren olduysa, onların her birisine de teşekkür etmek istiyorum. Konakçı Hoca'nın bu ciddî, güzel ve mantıken de son derece tutarlı hassas hutbe metnini hazırlayıp kamuoyuyla paylaştığı için teşekkür ve de şer'î ölçülerin anlaşılması hizmetlerinin her zaman bu ciddiyet ve mantıkî tutarlılıkla devam etmesini ve Konakçı Hoca'nın konuşmasının dikkatle dinlenilmesini dilerim. (Dinlemek isteyenlere linkini yazıyorum: 'https://youtu.be/JypC4XJNA2?si=bWEB7rriWaQ_4Zkg')
*
Bu vesileyle şu konuya da kısaca değinmek gerekiyor:
Nüfus azalmasının, geleceğimizi tehdit edecek boyutlara doğru ilerlemesi üzerine, sık sık tartışmalı programlar yapılıyor, ekranlarda.. Genç insanların işsiz oldukları veya ekonomik zorluklardan çekindikleri veya yaptıkları üniversite tahsilleri sonunda akademik kariyer sahibi olmaya da ağırlık verdikleri için evlenmekten kaçındıkları dile getiriliyor.. Bunlar elbette önemli etkenler.. Ama, bilhassa genç erkeklerin, evlenmekten kaçınmalarındaki bir diğer etkenin de, çıplaklık olduğu unutuluyor. Halbuki, genç erkeklerin, bu gibi konularda en az duyarlı olanlarının bile, evlenmekten korktuklarını; çünkü hiç tahmin edilemeyen evli hanımların bu konudaki şaşırtıcı yönelişleri bir ayrı konu, çoğu muhafazakâr ve İslamî hassasiyetleriyle bilinen ailelerinin gencecik kızlarının bile, bu çıplaklık furyasının içinde dehşet verici şekilde savrulduklarını ve ayrıca anne olmanın kutsiyetinden habersiz olduklarını ve, yarın evlendiklerinde, 'iffet ve namus' konusunda nasıl savrulmalarla karşılaşacaklarını düşündüklerinde korktuklarını ifade ediyorlar. Bu gerekçenin evliliklerden kaçınmakta çok önemli etkenlerden olduğu unutulmamalıdır.
2- Bir diğer hoca.. Hoca sıfatının kullanıp kullanmadığını bilmiyorum, ama, İslamî eğitim aldığı biliniyor.
Bu zat da, Gazze Trajedisi karşısında halklarının ekseriyeti Müslüman olduğu için tam doğru olmayan bir şekilde İslam devleti diye anılan 50'den fazla ülkenin başkanlarının tamamına beddua ediyor gibi, ve onların, başımıza 'kene' gibi yapıştıkları ve bunlardan kurtulmak gerektiğine dair ateşli bir nutuk irat ediyor ve bu ülkelerin başındaki kişi, kadro ve yönetim sistemlerini hedef alarak, çirkin benzetmelerle, topuna birden beddualar ve hakaretler yağdırıyor.
Ama, konuşma Türkçe.. Yani, aslî dinleyiciler Türkçe konuşan kitleler ve böylece de, o dili konuşanların başındakiler de hedefe konulmuş oluyor ve o Hoca'nın okkalı eleştiriler yaptığına dair yığınla yorumlarla, onu sosyal medyada alkışlıyorlar.
Eğer, hedefinde kim veya kimler varsa, hakaret etmeden, yine yapabilir. Ve o kişi, bu yorumlardan elbette haberdardır ve en azından bu suçlamalarının ve beddualarının hedefinde kimlerin olduğunu veya olmadığını açıkça söylemelidir..
Ama, seçimlerde yüzde 1-2'leri geçemeyen malûm particikler, tıpkı, 2.Abdulhamîd'i, 'O giderse, kim gelire gelsin, daha kötü olamaz' diyen kalabalıkların lafını tekrarlayanların önünde o dönemin en seçkin isimlerinden, Mehmet Âkif, Said Halim Paşa, Said Nursî, Elmalılı Hamdi Efendi, (2. Meşrutiyet döneminin en ateşli Müslüman tarihçi ve mütefekkirlerinden ve 1948'lerde laik rejimin başbakanlığına da gelen) Muhammed Şemseddin (Günaltay) gibilerin her birisi de, Sultan 2. Abdülhamid lanetçiliğinde, dinsizliğin ve İslam düşmanlığının en azgınlarından olan Tevfik Fikret'ten geri kalmıyorlardı.
Bu genç ve heyecanlı arkadaş, Gazze konusunda hiç bir şey yapılamamasından hepimiz gibi dertli ve amma, bir farkla ki, o konuşmasını dinleyenlerin kimleri anlayabileceklerini hissettirecek vurgulamalarla, birilerine 'başımıza kene gibi..' yapıştı gibi ağır sözler ediyor.
Gazze Faciası'ndan dolayı hepimizin her dikkatli ve rikkatli Müslüman ve Müslüman olmayan nicelerinin yürekleri bile ağlıyor.. Kimileri de, asıl düşmanın, sadece Siyonist haydutlar çetesi değil, başta Amerika olmak üzere bütün emperyalist güçlerin karşımızda olacağını bile düşünemiyorlar ve 'Neresinden inceyse oradan kopsun..' havasındalar..
Unutulmasın, 1911-13 yılları arasında Balkan Savaşı'nda ağır yenilgiler alarak ve Balkanlar'daki 500-550 yıllık vatan topraklarını yitirerek çıktıktan 1 sene sonra, Birinci Dünya Savaşı patladığında, etrafımızı kuşatan savaş alevlerinin içinde fazla bir tercihimiz yoktu ve amma, o yitirilen vatan topraklarının kurtarılması ümidiyle de savaşa girildi ve savaşın ilk 2 senesinde halk kitleleri evet tam destek veriyorlardı, ama, savaş uzamaya başlayınca.. Sonunda bütün Osmanlı toprakları da kaybedildi..
Savaşı, çelik-çomak oyunu zannedenler, en üst sorumlulara hakaretler ederek nutuk çekenler, buyursunlar, yarın akşam namazı öncesinde, İstanbul'da, Bayezid Meydanı'ndan Ayasofya'ya kadar, 'Gazze'ye umut ışığı ol!' yürüyüşüne, ' Vicdan bile duymaz, sesi çıkmazsa bir âh'ı.. /Sessiz kölelerdir yaratan, bin-bir ilah'ı..' diyerek katılmak çağrısı yapsınlar. '
3- Evvelki gün, 'Burası Türkiye'dir Türklerin yurdudur..' lafını eden bir tarihçi Prof., bazı tepkiler alınca, 'Burada herkes, Ben Kürdüm, Arap'ım, Çerkez'im' vs. diyecek de, ben 'Türk'üm diyemeyecek miyim?' diye çarpıtıyor konuyu..
Halbuki bilirsin ki, Ankara'da toplanan Meclis bile sadece Büyük Millet Meclisi diye anılıyordu, resmî yazışmalarda.. Bu isme sonra Dr. Rıza Nur, 'Türkiye' kelimesini ve bir resmî belgeye bu ismi ilk kez kendisinin yazdığını gururla belirtir, hâtıratında..
Ama, Osmanlı yenilgisinden sonra kurulan 'Anadolu ve Rumeli Müdafaa'yı Hukuk /(hakların savunulması)' Cemiyetleri' kurulurken, 'Türk, Kürt ,Arap demiyordu, coğrafyanın sınırları da 'Anadolu ve Rumeli' diye geniş tutulmuştu ve hedef olarak da 'Ahali'y-i İslam'a yapılan mezâlime son vermek ' gösterilmiş idi.
Biz de diyoruz ki verilen o mücadelede Müslümanlar ve Müslümanlarla birlikte olmayı kabullenen yerli gayrimüslimler, evet bu ülke onların tamamının yurdudur; böyleyken, sadece Türklere ait diyenler asıl bölücülük yapanlardır..
*
Efendi, resmî ideolojinin, 80-100 yıl boyunca, 'Herkes Türk'tür diyecek..' dediğini ve başka kavimlerin varlığını reddettiğini niye hatırlamazlık ediyorsun.. (Ekliyeyim ki, bu satırların sahibi en azından, senin kadar Türk etnisitesinden olsa gerektir.. Çünkü, anadilim Türkçedir, başka hiç bir objektif ölçü de yoktur.. Kemalist dönemde yapıldığı gibi, kafatası ölçmeye kalkışmazsın herhalde..)
*
NOT: 'Zengezur Koridoru' konusuna çözüm olarak, bu koridoru, 100 yıl boyunca işletmek şartıyla açmak isteyen ABD emperyalizminin Kafkaslara bu yolla yerleşmek isteyişindeki emperyal-şeytanî entrika konusuna da Pazar ve Pazartesi günkü yazılarda değinelim, inşallah..
*